MICHAEL KLARE
II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana, enerji Amerikan hem dış hem de askeri politikasında çok önemli bir rol oynamıştır. Çoğu zaman yerli petrol üretiminin geri dönüşü olmayan bir düşüşle karşı karşıya olduğu düşünülüyor ve yakıt arzının giderek artan payı için Orta Doğu’dan ithalata güvenen ABD enerji kıtlığı riski altında bulunuyordu. Bu, Arap petrol üreticilerinin (Ekim Savaşı sırasında İsrail’e verdiği desteğe misilleme olarak) ABD’ye petrol ambargosu uyguladığı 1973-74’te ve yine 1979’da İran’daki İslam Devrimi’nin küresel bir petrol kıtlığına yol açtığı dönemde fazlasıyla hissedildi.
Bu kırılganlık duygusunun üstesinden gelmek için ABD, Basra Körfezi bölgesinde kalıcı bir askeri varlık oluşturdu ve kesintisiz petrol akışını sağlamak için bu güçleri birkaç kez kullandı. [1] Bu güçler Körfez’de kalmaya devam ediyor, ancak bugün, ABD’nin petrol ve gaz üretiminde kendi kendine yeterli olmasından ötürü ABD enerji politikasında artık bir kırılganlık duygusu yok. Bunun yerine, Amerika’nın yeni keşfedilen enerji zenginliği, Washington’un küresel jeopolitik arenada kendi lehine kullanılabilecek stratejik bir varlık olarak görülüyor:
Özel İçerik
Bu içerik sadece gazeteye abone olan okuyucular içindir.Yazının devamını okumak için gazetemize abone olmak ister misiniz?