Yazıma başlamadan önce, geçen ay yaşanan ve hepimizi acıya boğan depremlerde, soğuk betonlar arasında can veren o masum bebekleri ve çocukları sevgiyle hatırlarken; yitip giden anne-babalar ve bu ülkenin yetişmiş değerli insanlarını da saygıyla anıyorum. 10 ili birden etkileyen bu deprem felaketini takiben, dünyanın birçok ülkesinden Türkiye’ye kurtarma ve yardım ekipleri ulaştı. Ülkemize gösterilen bu ilgi ve yardımseverlik, aynı zamanda uluslararası toplumun, bu tür felaketler karşısında birlik olmasını göstermesi açısından da değerliydi. Esasında, dünya uluslarınca Türkiye’ye karşı gösterilen bu teveccüh ilk değildir. 1999’da yaşadığımız 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinde de Türkiye, gerçek dostlarını yanında görmüştü. Uluslararası ilişkilerin anarşik, kaotik ve belirsiz yapısından bağımsız olarak; ülkelerin, doğal afetlerde birbirlerinin yanında olmaları, neredeyse her şeyin değer yitimine uğradığı günümüz küresel dünyasında daha da anlam kazanmaktadır.
Bu çerçevede ülkemize, Yunanistan’dan İsrail’e; Cezayir’den Meksika ve El Salvador’a; Azerbaycan’dan Ermenistan’a ve ABD’den Rusya’ya kadar birçok desteğin ulaşması, bir zamanlar “değerli yalnızlık” gibi yaklaşımların ya da kendini, bölgeselci dış politika ve gelişmelerinden tecrit etme girişiminin de ne kadar hatalı olduğunu kanıtlamıştır. Uluslararası toplum birlikte iken daha güçlü; ancak birbirine karşı olduğunda ise çatışma ve anlaşmazlıkların tehlikeli boyutlara ulaşacağı, geçmişteki örneklerde de mevcuttur. Belirli bir ülke ya da coğrafyayı etkiyen doğal afetler neticesinde, kendiliğinden ve insani olarak gelişen “afet diplomasisi”ni (disaster diplomacy) de bu eksende açıklamak istiyorum.
Özel İçerik
Bu içerik sadece gazeteye abone olan okuyucular içindir.Yazının devamını okumak için gazetemize abone olmak ister misiniz?