AHMET TATAR
Bu Pazar Türkiye’nin kader seçimi sürecinde son kavşakta geçildi.
Milletvekilliği aday listeleri belirlenerek artık son bir aylık propaganda sürecine girildi.
Listeler her seçim döneminde olduğu gibi açıklandığı andan itibaren tartışılmaya, eleştirilmeye başlandı ki, bu son derece normal ve alışıldık bir durum aslında.
Alışılmadık olan, listeler üzerinden CHP ve Millet İttifakı partilerine yönelik bir dezeformasyon kampanyasının başlatılmasıdır.
Listelere baktığımda eleştirilere de konu edilen, hiç görmek istemediğim adları görüyorum.
Olması gereken adları görememenin üzüntüsünü, hatta kızgınlığını da yaşıyorum.
Öte yandan bütün partilerin neredeyse ortaklaştığı aday belirleme yöntemi midemi bulandırıyor.
Geçmiş yıllarda masa başında yapılan aday belirleme yönteminin dışında kalmaya çalışan, mümkün olduğunca ön seçim yapan sol partilerin de sağ partilerle aynı kulvara girmelerinden üzüntü duyuyorum.
Bunların sağduyulu bir çok insanın ortak kanaati olduğunu da yazılanlardan, konuşulanlardan anlıyorum.
Fakat 12 Eylül darbesinden sonra ve son yirmi yılda ülke siyasetinin düştüğü durumu da yakından takip ediyorum.
Türkiye’de neredeyse kırk yıldır normal bir seçim süreci yaşamadık. Sürekli iktidarda kalmaya yönelik seçim kanunu değişiklikleri, muhalefeti en güçsüz anında yakalayıp açığa düşürmek için baskın seçim kararlarını yaşadık. Aklı ve kanunları hiçe sayan YSK kararları ile seçim sonuçları belirlendi. Bunlara son yıllarda “terörü araç olarak kullanma” da eklendi. Yakın zamandaki “Haziran Kasım” arasında tüm ülkede yaratılan terör ve şiddet ortamını ve sonuçlarını hepimiz hatırlıyoruz.
Bu kez de önceki seçim süreçlerinden farklı olmayan yöntemler kullanılıyor. Anayasa ve yasa maddeleri siyasi iktidarın keyfiyeti doğrultusunda yorumlanarak daha baştan seçim süreci sakatlandı. YSK nin durumu ortada ve itiraz edecek makam yok.
Ama bahane arayacak halimiz de yok.
Ortada tek bir sorumluluk var. O da, şartlar ne olursa olsun, sandıkta hem AKP ve ortaklarını hemde YSK’yı yenerek ülkeyi 20 yıldır yaşadığı kaostan çıkarmak.
Bu sorumluluk hiç bir bahaneyi kaldıramayacak kadar ağır ve acil bir sorumluluktur.
Bu ülkeyi, Cumhuriyeti seven ve kendini gelecek kuşaklara karşı sorumlu hisseden herkesin önümüzdeki temel sorunu ve çözümü anlamasına ihtiyaç var.
Bu ülkede birbirinden çok farklı siyasi düşüncede olan muhalif gruplar 20 yılda aynı duvarın önüne yığıldık. Kimse gerçek anlamda düşüncelerini özgürce açıklayamaz, temel haklarını kullanamaz duruma getirildi.
Siyasi iktidarın çizdiği çerçevenin dışında muhalif olmak, şiddete uğramaktan hapsedilmeye; hatta Sinan Ateş olayındaki gibi karanlık bir cinayete kadar çeşitli akibetleri kabullenmeyi gerektiriyor.
21. Yüzyılda bu ülkenin demokrasi serüveninin geldiği nokta maalesef bu.
Türkiye Cumhuriyeti, üstüne biçilen bu çirkin örtüyü parçalayıp atmak ve hukukun üstünlüğünü yeniden hakim kılmak için en kritik eşikte duruyor.
Bu eşiği geçmek için, vatanını seven herkesin bağrına taş basarak gereken fedakarlığı göstermesi, AKP ve ortaklarını bu seçimle yolcu etmesi, ülkemizi esenliğe kavuşturmak için gereğini yapması gerekiyor.
Kimsenin yaşanabilecek bir olumsuzluğun sorumluluğundan, vebalinden kaçabilmesi mümkün değil.
Sorumluluğunu yerine getirmeyen kim olursa olsun nesiller boyu lanetle anılacağını asla unutmasın.
Büyük resimden gözlerimizi ayırmadan ve öncelikli hedefi unutmadan, çevremizde konuşanların, yazıp çizenlerin niyetini anlamaya çalışalım.
Lütfen şu soruları kendimize soralım.
Daha dün neyi savunan, kimleri destekleyenler şimdi muhalefete muhalefet etmeye, kafamızı karıştırmaya, tereddüt yaratmaya çabalıyor?
Kim gerçekten iyi niyetli ve basit çözüme hizmet ediyor?
Kim sureti Hak’tan gözüküp, AKP ve ortaklarının ocağına odun taşıyor?