NEBAHAT KOÇ
20. yüzyılın en etkili Alman şair, oyun yazarı ve tiyatro yönetmeni Bertolt Brecht’in doğduğu evi ziyaretim; Almanya’nın tarihi kenti Augsburg gezimin olmazsa olmazıydı. Ünlü edebiyatçının Brechthaus (Brecht evi) adıyla müzeye dönüştürülen evde başlayan hayat serüveni, 1956 yılında Berlin’de sonlandı.
Bavyera eyaletindeki Augsburg, halen dünyanın en zenginleri arasında gösterilen orta çağ tüccar ve bankacılarından Fugger Ailesi ile Welser Ailesi’ne ev sahipliği yaptı. Bu nedenle kent, zengin tarihinin yanı sıra gösterişli hayatların da sahnesi oldu. Bu ihtişamı, kentin müzelerindeki dönemin altın ve gümüş eşyalarında ya da eski belediye binasının ‘altın salon’u gibi göz kamaştıran mekanlarında görebilirsiniz. Brecht’in böyle ihtişamlı bir kentte dünyaya gelmesi kaderin bir cilvesi gibi…
Zanaatkarlar mahallesi
Kentin oğlu Brecht, 125 yıl önce Augsburg’un Lech Nehri kanallarının kesiştiği zanaatkarlar mahallesinde dünyaya geldi. Gümüşçülerin, kuyumcu ve dokumacıların sıralandığı bu bölge, döneminin el sanatları merkeziydi. Usta ismin dünyaya gözlerini açtığı Brechthaus da bir zanaatkar evi. Doğduğunda evde dosya kesme atölyesi devam ediyormuş. Hatta eve bitişik kanalın hemen önünde metal işlemesi için su çarkı bulunuyormuş. Ailesi gürültü yüzünden taşınınca Brecht’in bu evdeki yolculuğu da çok kısa sürmüş.
Brecht, ailenin ilk çocuğu. Babası, çalıştığı kağıt fabrikasında müdürlüğe kadar yükseldi. Brecht’in kendisinden iki yaş küçük kardeşi, babasının izinden giderek kağıt teknolojisi okudu ve Darmstadt Üniversitesi’nde profesör oldu. Brecht ise çocukluğunda çekingendi ancak okul yaşlarında yazmaya başladı. İlk edebi projesi öğrenci dergisi die Ernte’de, ilk gerçek yayınları Augsburg’taki iki günlük gazetede yayımlandı. Ünlü şair, şiir yeteneğini de lise yıllarında gösterdi. 1913 yılında günlüğüne ‘her zaman şiir yazmayalım’ notunu düşen sanatçı, üniversitede tıp ve edebiyat eğitimlerini tamamlayamadı. 20 yaşında ilk uzun metrajlı eseri Baal adlı oyununu yazdı.
İhtişam karşıtı seçim
Birinci Dünya Savaşı gençlik yıllarına denk gelen Brecht, çevresindeki varlıklı dünyanın aksine burjuvazinin, savaşın ve kapitalizmin karşısında bir dünya görüşü seçti. Hayatını da bu doğrultuda şekillendirdi. Ünlü edebiyatçı, “Oğlu olarak yetiştim varlıklı insanların” dizesiyle başlayan “İyi geçmişi söküp atmak” şiiriyle bu seçimini ortaya koyuyor. Şiirin devam eden bazı dizeleri de şöyle; “Çevreme baktığımda sevmedim sınıfımın insanlarını”, “Ve terk edip sınıfımı, katıldım yoksul insanların arasına.”
Sürgün yılları
Brecht’in yaşamı zor, sıkıntılı geçti. Yakılan eserler, Avrupa’dan İskandinav ülkelerine, Moskova’dan Amerika’ya uzanan geniş coğrafyaya yayılan sürgün yılları… Brecht, bu yıllarını, “Ayakkabıdan çok ülke değiştirdim”, “Benim kaderim Homeros’un zaten sahip olduğu kaderdir. Eski şairlerin sahip olduğu, Heine’nin sahip olduğu ve ben Brecht, Danimarka’nın sazdan çatısı altında kaçtık” sözleriyle dile getirdi. Hitler döneminde sürgün yıllarının ötesinde vatandaşlıktan çıkarılmaya kadar giden bir yaşam yolculuğu oldu. Oyunlarıyla tiyatroya yenilik getiren usta sanatçının üretkenliği sürgün yıllarında zirve yaptı. Bu dönemdeki eserleri dünya çapında üne kavuştu. Çok sayıda ödüle layık görüldü. Üç Kuruşluk Opera, Kafkas Tebeşir Dairesi, Cesaret Ana ve Çocukları, Galilei’nin Yaşamı gibi birçok oyunu dünya sahnelerinde hâlâ en beğenilen eserler arasında. Bugün de adına festivaller düzenleniyor, ödüller veriliyor. Eserlerinde adalet çağrısı yaptı, savaş karşıtlığı, savaşın yıkımları ile yoksul halkın ve işçinin sorunlarına dikkat çekti. ‘Halk Ekmeği’ adlı şiirinde olduğu gibi: “Ekmek her gün nasıl gerekliyse nasıl, adalet de gerekli her gün, hem o günde birçok kez gerekli”
Cenazesini kurguladı
Geride sayısız eserler bırakan Brecht’in 58 yıllık kısa yaşamı Berlin Chausseestrasse’deki -bugünkü adıyla- Brecht Evi’nde sona erdi. Sanatçının hayata veda ettiği bu ev de müze olarak halka açık. Brecht’in, isteği üzerine cenaze töreninde hiçbir konuşma yapılmadı. Brecht ölümünden bir yıl önce, Avrupa’nın en eski kültür enstitülerinden Akademie der Künste’den Rudolf Engel’e mektup yazıp şöyle demişti: “Ölünce hiçbir yere yatırılmak ve halka açık bir şekilde ortaya konmak istemiyorum. Kabir başında konuşma olmamalı. Yaşadığım evin yanındaki mezarlığa gömülmek istiyorum.” Brecht, isteği üzerine evindeki çalışma odasından gördüğü Dorotheenstadt Mezarlığı’na gömüldü. Mezarı eşi Helene Weigel’in mezarıyla yan yana… Okurları, sevenleri, edebiyatçının mezarına mum yerine kalem dikerek saygılarını gösteriyor. Bu arada Dorotheenstadt’ta ünlü filozof Hegel’in de aralarında bulunduğu pek çok yazarın, sanatçının mezarı bulunuyor.
Tablo gibi mahalle
Brecht’in gözlerini açtığı ev, Augsburg meydanının biraz uzağındaki Lechviertel bölgesinde. Tarihi 16. yüzyıla uzanan Auf dem Rain 7 numaradaki Brechthaus oldukça sade bir bina. Bitişik şekilde evin hem önünden hem arkasından Lech Nehri’nin kanalları süzülüyor. Mahalledeki tüm binalara, kanallardaki mini köprülerden giriliyor. Venedik’in minyatürü gibi her yer… Renkli konutlara bitişik kanallar, şirin köprüler, bisikletler… Müzeye de Brechthausbrücke adı verilen mini bir köprüden geçerek ulaşıyoruz. Müzenin girişinde şairin kırmızı renkli büyük boy anıtı yer alıyor. Dış çevresi kadar müzenin içi de oldukça etkileyici. Giriş katında, Brecht Lounge (Brecht dinlenme odası) yer alıyor. Dinlenme salonunda, Brecht’in fotoğrafları, şiirleri, oyunlarından kesitler var. Birinci katta, sanatçının yaşamının anlatıldığı, 100. yaşında oluşturulan kalıcı sergi yer alıyor. Edebiyatçının çocukluk, gençlik yıllarına ait fotoğrafları, vaftiz törenindeki çatal kaşık takımının yanı sıra ilk edebi eseri, ilk yayınları, eserlerinin ilk baskıları, taslak çalışmaları ile günlükleri burada sergileniyor.
Deri ceketli fotoğrafı
Brecht’in ünlü deri ceketli bir dizi fotoğrafı ve bu fotoğraflarla bütünleşen Paul Hamann’ın yaptığı bronz büstü de görülmeye değer. Müzenin en özel bölümlerinden biri ise annesi Sophie Brecht’in orijinal yatak odası. Erken yaşta hayatını kaybeden Sophie’ye hastalığı sırasında ayrı bir yatak odası oluşturulmuş. Annenin yatağı, komodini, gardrobu sergileniyor. Odanın kırmızı beyaz çizgili renkli duvarlarını aile fotoğrafları süslüyor. Yatağın üzerine serili bembeyaz örtünün üzerinde, Sophie’nin büyük ebatlardaki fotoğrafının yanı sıra, Brecht’nin “Annem” adlı şiiri yer alıyor. Brecht, bu şiirinde annesi için “Söyleyemediğim daha çok şey vardı” diyor. Yatağın üzerindeki 1920 tarihli notu ise şöyle: “Annemi kendimce sevmek isterdim. Ama o kendince sevilmeyi isterdi.” Sophie’nin odasını da gezdikten sonra, Brecht’e ve anılarına veda ediyoruz. Nihayetinde her misafirliğin bir sonu var.