HALUK HEPKON
30 Ağustos Zafer Bayramı önemli bir dönüm noktasıdır. Hem işgalcilerin aziz yurdumuzu terk etmeye başlamasını simgeler hem de yüzüncü yılını kutladığımız cumhuriyetimizi, yani çürümüş zorba bir saltanatın alaşağı edilmesini, aydınlığı, bağımsızlığı ve özgürlüğü müjdeler. Yeni bir başlangıçtır. Sığınmacı işgali altında inlediğimiz, cumhuriyetin ayakta kalmak için canhıraş direndiği, karanlığın ve zorbalığın hüküm sürdüğü şu günlerde 30 Ağustos’un değeri giderek büyüyor.
Her zafer, büyük fedakârlıklar ve şehitler sayesinde kazanılır. Kurtuluş Savaşı esnasında ölen subaylarımız ve cumhuriyeti kuran kadrolar bize bir gerçeği kanıtlıyor. Kurtuluş Savaşı’nın zafere ulaşması ve yüzüncü yılını kutlayan cumhuriyetimiz, vazgeçmek nedir bilmeyen Türk aydınının en büyük ve en güzel projesidir. Türk aydınının kanıyla ve birikimiyle yarattığı o büyük direniş olmasaydı, bugün ne bir zaferden ne de cumhuriyetten bahsediyor olurduk.
Peki, Türk aydını milleti ve vatanı için direnmeyi, gözünü bile kırpmadan ölüme gitmeyi nasıl ve nereden öğrendi? Geçmişi olmayanın geleceği olmaz. Köklü geleneklerin mutlaka bir başlangıçları vardır. Üzerinde yaşadığımız coğrafyada aydınımızın bağımsızlığı, aydınlanmayı savunma, haksızlıklara ve baskılara karşı direnme kültürü Jöntürklere dayanır. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını kutlarken bu kültürden yeterince bahsetmediğimizi düşünüyorum. Büyük bir ayıp ve eksikliktir. Cumhuriyet, bütün dünyaya nam salmış bu yiğit ve ihtilalci gelenek sayesinde kurulmuştur. Cumhuriyet sonrası bağımsızlık, aydınlanma, emek ve özgürlükler adına verilen her kavga, bu mümbit pınardan besleniyor. Cumhuriyetin ve bütün değerlerimizin ağır bir saldırı altında olduğu günümüzde, Merdan Yanardağ ve Barış Pehlivan da söz konusu köklü gelenekten gelmektedir. Her ikisi de, bize zaferi ve cumhuriyeti hediye edenler gibi, Jöntürktür.
Özel İçerik
Bu içerik sadece gazeteye abone olan okuyucular içindir.Yazının devamını okumak için gazetemize abone olmak ister misiniz?