CEMRAN ÖDER
İnsanlar yüzyıllardır savaş, kötü yaşam şartları, ekonomik koşullar, sosyo-kültürel dışlanma, siyasi tehdit ve güvencesizlik gibi nedenlerin yanı sıra “iklim” yüzünden göç ediyor. Küresel ısınmanın yol açtığı yangınlar, sel, kasırga ve hortumlar yaşamları tehdit ediyor ve zorunlu olarak göçe neden oluyor. Toprağa ve yaşama sahip çıkmak için ekolojik duyarlılık artık azınlığın ilgilendiği bir alan olmaktan çoktan çıktı. Sürdürülebilirlik ilkesi yaşamımızın, yaptığımız her türlü işin, tükettiğimiz her şeyin bir parçası ve öyle de olmak durumunda.
Kültür alanı veya daha geniş bir tanımla Yaratıcı Ekonomiler ekolojik duyarlılığı yüksek alanların başında geliyor. Son dönemde düzenlenen festivaller ise bu anlamda ilham verici. Ses kirliliğinden çöp ve atıklara, enerji tüketimine kadar yaydıkları karbon salımı bakımından çevreye verdikleri zarar müthiş boyutlara çıkabiliyor. Dünyanın pek çok yerinde bir süredir ekolojik festivaller ve kültürel organizasyonlar düzenleniyor. Bir festivalin fosil yakıt yerine yeşil enerji kaynaklarına yönelmesi, festival hazırlıklarında ve etkinlik sırasında, sonrasında atıklarını mümkün olduğunca azaltması ve hatta dönüştürmesi, festivale ulaşım seçeneklerinden uçak, araba gibi araçları çıkarması, seyircilerin bisiklet, yürüyüş, paylaşımlı ulaşım ve toplu taşıma gibi araçlarla ulaşımlarını sağlamaları gibi seçenekler öne çıkıyor. Festivalin yaydığı karbon salımını ölçmek gibi yöntemler izlenmesi bir sonraki festivale azaltma yönünde hedefler belirlenmesi, ekolojik duyarlılığın artırılması yönünde bilinç yükseltme ve farkındalığı teşvik etmesi de önceleniyor. Elbette festivalleri ölçümleyen bazı kurumlar var. Örneğin Birleşik Krallık’ta “A Greener Festival” bu tip festivallerin yaygınlaştırılması ve özendirilmesi için organizatörlere rehberlik edilmesi gibi faaliyetler yürütüyor.
Geçen günlerde Bozcaada’da düzenlenen Caz Festivali kendine bu bakımdan “sürdürülebilir” bir nosyon yüklediğini kamuoyuyla paylaştı. 2017 yılından beri düzenlenen festival ekolojiyi de odağına alıyor. İlk yılından itibaren ekolojik dönüşüm ve sürdürülebilirlik anlayışıyla hareket ediyor. Buna göre izleyenlerin, takipçilerinin farkındalığını artırma yönünde hareket ederken organizatör olarak da tek kullanımlık plastiklerden uzaklaşmak, atıkları ayrıştırmak, yerel ve sürdürülebilir gıdayı tercih etmek gibi uygulamaları hayata geçiriyorlar.
Türkiye’de de festival örneklerine az da olsa rastlamak sevindirici. Aslında belki önümüzdeki birkaç yıl içinde var olan standartların (ses sınırı, çöp yönetimi vb) dışında kamu kurumları ve yerel yönetimler tüm kültürel etkinlikler ve organizasyonlar için belli ekolojik düzenlemeleri zorunluluk haline getirmiş olacak. Elbette bunun olabilmesinin yolu yayılan karbon salımını ve çevreye zararını ölçebilmekten geçiyor. Kontrol mekanizması cezalandırma olabileceği gibi “eğlence vergisi”ni azaltmak, organizasyona belli ekonomik ve sosyal kolaylıklar sağlamak şeklinde teşvik edici ve özendirici yöntemlerle birlikte de düşünülebilir. Ekolojik açıdan kamusal faydanın gözetildiği sürdürülebilir bir kültürel ekosisteme ihtiyacımız var.
Festivallerin bir parçası olan sanatçıların bu konudaki yaklaşımları da belirleyici ve teşvik edici olabiliyor. Sevdiğim(iz) müzik grubu Coldplay öreğin 2019’da çıkardıkları albümleri Everyday Life turnesinde sıfır karbon bir turne dileğini duyurdular. Her ne kadar mümkün olmasa da (2016-2017 dönemine göre) karbon salımını yüzde 50 azalttıklarını açıkladılar. Zorunlu kalmadıkça uçak yolculuğu yapmamayı veya yaptıklarında bunu en aza indirmeyi hedefliyorlar. Sürdürülebilir konserler yapma niyetleri ve çabaları bâki, ki pek çok gruba, dinleyiciye, organizatöre de ilham oldular ve olmaya devam ediyorlar bu yönüyle. Kültür alanının genişleyerek devam etmesi için sürdürülebilirliği önceleyen politikalara, yasal düzenlemelere ihtiyacımız var. Ve yaşamın kaynağı olarak gördüğümüz sürdürülebilir festivaller kurmaya…