DR. TANER DOĞAN
Neoliberalizm’in yayılmasıyla birlikte dijitalleşme kendini daha belirgin şekilde hissettirir oldu. Özgürlüğün sınırlarını gevşeten dijitalleşme, düşünceye yeni sınırlar çizerek zihni belirli kalıplar etrafında şekillendiriyor. Bu şekillendirme, özgürlüğün özgünleşmesine engel oluyor ve düşüncenin yerini düşünülmüş olanla dolduruyor. Beş şirket, sosyal medya ve teknoloji platformlarıyla milyonlarca insanın sadece resmi bilgilerine değil, davranışlarından ve ruhsal hallerine varana kadar birçok bilgiye sahip. Kapital dünyanın yönlendirmelerinin materyalizm boyutlu olması gibi duygusal olarak yapılan bir sosyal medya paylaşımının o duygusal boşluğa veya ihtiyaca hitap eden tarzda bir reklam stratejisine dönüşmesi, artık insanların “büyük veri” bağlamında aşina oldukları bir gerçek. Dijitalleşmenin yaygınlaşmasıyla birlikte düşünülmeyen ise düşüncenin bu denklemde nereye tekabül ettiği. Düşünce, geleneksel parametreler bağlamında yazı ve matbaa ile kitap halinde yayılarak bugüne ulaştı ve ulaşmaya devam ediyor. Ancak dijitalleşme usun aktarımına yeni boyutlar katıyor, düşünceyi yeniden şekillendiriyor ve dijital mevcudiyet içerisinde yeniden okunmasını gerekli kılıyor.
Düşünmenin tek başına yapılabilecek bir eylem olması Sokrates’in insanın kendini bulması bağlamında üzerinde durduğu bir mevzu. Tek başına (Almanca: Einzelheit) olmanın yalnızlıktan (Almanca: Einsamkeit) ayrıldığı Heidegger tarafından bahsedilir. Byung – Chul Han ise Hint-Avrupa dillerinde epistemolojik olarak özgürlük ile dostluk arasında bir bağın bulunduğuna işaret ederek, insanın ancak dostlarının yanında güvende hissettiği, hasılı özgür olabileceğini ve özgür olduğu müddetçe yaratabileceğini iddia eder. Dolayısıyla özgürlük güvende hissedilen ortamla alakalıdır. Güvende hissedilen ortam telaştan ırak, sükûnet barındıran ve yavaşlamanın yavaşlama olarak algılanmadığı haldir. Özgürlük baskının olmadığı ortamda mümkündür. Neoliberalizm ise insanı telaşlandıran, ‘başarı’ dayatmasıyla örneğin kariyerde hızlı ilerleyip yükselmeyi amaç haline getirmektedir. Markaların (buna üniversiteler de dahil) iletişim dilleri incelendiğinde hızla yükselmenin ve ancak yükseldikçe mükemmel insan olunabileceği vurgusu dikkat çekecektir. Han’a göre 20. yüzyılda ‘yapmalısın’ denirken, 21. yüzyılda ‘yapabilirsin’ denmesinin arkasında da bu gerçek yatmaktadır. Zorunluluk (‘yapmalısın’) bir teşvik aracı olmazken, teşvik edici (‘yapabilirsin’) şekilde motive etmek harekete geçirme gücüne sahip.
Özel İçerik
Bu içerik sadece gazeteye abone olan okuyucular içindir.Yazının devamını okumak için gazetemize abone olmak ister misiniz?