CEMRAN ÖDER
İstanbul Kitap Fuarı kırkıncı yaşını Cumhuriyetin yüzyıllık tarihini temasına taşıyarak aynı tarihlerde kutlamaya hazırlanıyor. İstanbul’da yaşayan belki de hemen herkesin hayatının bir döneminde yer etmiş bir kitap mevsiminin habercisiydi kitap fuarı. Benim kişisel tarihimde ise özel bir yeri oldu. Öğrencilik dönemimde başlayan Tepebaşı yıllarından, profesyonel hayatımın on altı yılını kapsayan bu festivalin her aşamasına işin mutfağında olarak bilfiil tanıklık ettim.
Akademik bir çalışmaya taşıdığım bu tanıklığın en anlamlı tarafı, bir fuar olmanın ötesinde sembolik anlamı okurlar ve yayıncılar için daima farklı olmuş bir çeşitlilik ve kapsamda olmasıydı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonrasında 1982’de başlayan kitap fuarı fikrinin sahibi TÜYAP’ın da kurucusu olan Bülent Ünal’dır. Kitapların yasaklandığı bir dönemde kitaplardan örülü bir yer tasarlamak bir hayal olsa da okurlarda müthiş bir karşılık buldu, ki bu kitap fuarının sembolik değerinin temel harcını oluşturdu. Kitap fuarı zaman içinde sözünü söylemenin bir aracı olan eylemlerin, protestoların da mekanı oldu.
Uzun imza kuyruklarında üç kuşak büyüdü. Fuar kapısından girdiğinizde Türkiye yayıncılığına, siyasetine ve kültür yaşamında dair pek çok izlenimle ayrılabileceğiniz bir zenginlik taşıması onun bu sembolik gücünü katladı yıllar içinde. Beslendiği ve büyüdüğü, büyürken büyüttüğü bu kültürel alanın edebiyat ve kitap anlamında tam da merkezine konumlandı. Bu konumun sebebi sadece fiziki olarak kentin kültür üçgenini oluşturan Beyoğlu’nu yuva edinmesi değil, demokratik katılımın önemli göstergelerinden biri olan yayın ve etkinlik çeşitliliğiyle bunu sağladı.
Özellikle 1990’lardan 2000’lere en özel anıların kalbinde yer aldı kitap fuarı. İstanbul’da mevsimlerin geçişleri festivallerle izlenirdi, kitap fuarı da sonbahardan kışa geçişin en güzel etkinliklerinden biriydi, Beyoğlu da kültürün merkeziydi ve çok canlıydı. Tepebaşı yıllarından Beylikdüzü’ne gidiş “sektörleşen” yayıncılığın ve dönüşen İstanbul’un da bir göstergesidir. Başka bir profile dokunan bu dönemin büyüyen salonları, gösterişli stantları, imza kuyrukları ve her sene kendi yenileyen etkinlikleriyle yüz binleri bir araya getirmeyi başardı. Bu başarının arkasında yakın zamanda kaybettiğimiz Deniz Kavukçuoğlu’nun emeği, vizyonu büyüktür.
Beylikdüzü’nde dokuz gün boyunca kitap fuarını besleyen ülkenin ilk sanat fuarlarından olan Ümit İyem yönetimindeki sanat fuarıyla birlikte bir kültür alanı oluşurdu. İstanbul’un da ülkenin de kitap ve sanatı iç içe kurgulayan ilk ve tek “kültür fuarları”nı hayata geçirmek TÜYAP’ın başarısıydı, ta ki Pandemiye kadar. Pandemide sanat fuarı sonlanırken kitap fuarları da iki yıl yapılamadı. Bu süreç içinde pek çok alışkanlık değişti, dönüştü.
Kültüre ulaşma biçimi, kültürün iletişimi ve araçları da dönüştü, dönüşüyor.
Kültür alanı pandemiyle birlikte üzerinde durduğu zemini kaybetti ve ne yazık ki henüz sonuçları etraflıca tartışılıp bir gelecek vizyonu çizilmedi. İlerleyen zamanlarda belki yeniden kitap ve sanatın bir arada olduğu kültür fuarlarına dönülür, bunu zaman gösterecek. Her zaman ticari bir fuardan çok, kültürün içinde konumlandırdığım ve ülkenin önemli kültür etkinliklerinden biri olarak gördüğüm kitap fuarlarının geleceği de kuracağı hayale, kendini konumlandırdığı yere ve bunu gerçekleştirirken birlikte yürüdüğü yayıncılık alanının tüm oyuncularıyla kuracağı ilişkiye bağlı. Bazen belki de en başa dönmek, o hayali yeniden hatırlamak ve bugünün dinamikleriyle içinde bulunduğu alanın tüm bileşenleriyle yeniden kurgulamak gerekir.