THOMAS VESCOVI
Hamas’ın, 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırıdan önce İsrailliler ile Filistinliler arasında ne bir müzakere ne de herhangi bir “barış süreci” vardı. 30 yıl önce imzalanan Oslo Anlaşmaları, iki tarafın çıkarlarının yakınlaşmasını sağlama iddiasındaydı ancak sadece Yahudi yerleşimlerini ve işgali güçlendirdi. Yeni savaşın patlak vermesinden bir ay önce, Filistin Politika ve Araştırma Merkezi’nin (PSR) yaptığı bir kamuoyu anketi, Filistin halkının neredeyse üçte ikisinin, mevcut durumlarının 1993 öncesinden daha kötü olduğunu düşündüğünü ortaya koydu. (1) Yine de İsrail açısından bakıldığında “barış süreci” ve bu sürecin çöküşü, mutlak bir başarısızlık gibi görünmüyor.
Tam aksine, Haaretz gazetesinden gazeteci Amira Hass’ın açıkladığı gibi, İsrail’in Filistin’de yerleşim bölgeleri yaratması, “İsrail kurulu düzeni içindeki uzlaşmanın sonucu”. (2) Bu uzlaşma, Filistin halkını siyasi olarak yok etmek için işgal hatlarını yeniden tanımlamaya, onları sınır dışı etmek durumunda kalmadan ve hatta Batı Şeria’yı resmen ilhak etmeden İsrail topraklarından silmeye dayanıyor. (3) Bu nedenle tam bağımsız bir Filistin devleti olasılığı İsrailli müzakerecilerin gündeminde hiçbir zaman olmadı. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve lideri Yaser Arafat açısından, BM’nin 1947 tarihli taksim planında Filistinlilere tahsis edilen toprakların yalnızca yüzde 22’sine sahip olacak bir devlet için Filistin’in tamamen özgürleştirilmesi talebinden vazgeçilmesi tarihi bir tavizdi. Öte yandan İsrail için, ABD’nin kısmi ara buluculuğu altında her şey hâlâ masadaydı.
Özel İçerik
Bu içerik sadece gazeteye abone olan okuyucular içindir.Yazının devamını okumak için gazetemize abone olmak ister misiniz?