SADIK ÇELİK
Futbol, sadece bir spor dalı değil, aynı zamanda toplumsal dinamiklerin bir yansıması… Maçlardaki atmosfer, seyircinin tutkusu ve sahadaki rekabet, hayatın kendisi kadar gerçek ve karmaşık… Duyguların, tutkuların ve ne yazık ki zaman zaman şiddetin kesişim noktası…
Türkiye futbol tarihinde nadir rastlanan bir olay, Ankaragücü Kulübü (eski) Başkanı Faruk Koca’nın hakem Halil Umut Meler’e yönelik yumruklu saldırısı ve arkasından gelen tekmeler, çarpıcı ve yüz kızartıcı bir “sporda şiddet” örneği olarak tarihe geçmiştir. Futbolun temel değerlerine ve sportmenliğe yapılmış bir saldırı…
Görünüşe göre Faruk Koca’nın yakın geçmişi de yeşil sahalarda yaşanan son olaya renkli bir arka plan sunuyor. Zira zamanında balyozla cam kıran, polise meydan okuyan bir milletvekilinin, futbol sahasının sınır çizgilerini aşması, ironik bir şekilde, kendisinin sadece siyasi arenada değil, sportif alanda da “güç gösterisinin” peşinde olduğuna işaret ediyor. Gerek meclis kürsüsünde gerekse yeşil sahalarda hakiki “goller” atmak yerine “gürültüye oynayan” bir karakterin tekerrür eden senaryosu gibi duruyor.
Ancak kendini savunamayacağı belli bir adamı yumruklamak, yere düştükten sonra tekmeletmek, zırhlı Mercedes’in camına balyozla vurmaya benzemez. Atılan tekmeler ve yumruklar bir camı değil bir ‘can’ı yaralamıştır. Bir insanın konumunu, statüsünü, onurunu, gururunu…
Tüm bunların, kapalı kapılar ardında değil kameraların ve insanların gözü önünde yaşanmış olmasına bağlı olarak harekete geçen toplum vicdanı ise olayın failinin köşeye sıkışmasının asıl sebebidir. Yaşananlar, toplumun görüş alanının dışında kalmış olsaydı belki de “işin fıtratında var” denip üstü kolaylıkla örtülebilen bir olay olarak kalacaktı…
Olaydan sonra yapılan bazı açıklamalar ve TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi’nin, Faruk Koca için “İyi bir insandır” minvalinde yaptığı “sahip çıkan” ve “meşrulaştırıcı” ifadeleri de bir o kadar problemlidir fakat elbette şaşırtıcı değildir…
Hakem Halil Umut Meler’in olay sonrası yaptığı ve olayı Emre Belözoğlu’nun provoke ettiği yönündeki detayları ortaya koyan açıklamalar ise tuzu biberi olmuştur; fakat yine pek de kimseyi şaşırtmamıştır.
Ve nihayet Koca’nın 15 gün dinlendikten (!) sonra tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmesi ve krallar gibi karşılanması da yine hiçbirimiz için sürpriz olmamıştır.
Tüm bunlar, futbol sahalarındaki şiddetin yalnızca fiziksel bir çatışma değil, aynı zamanda sosyal, hukuki ve siyasi bir sorun olduğunu göstermesi açısından da çarpıcıdır.
Bu berbat olayın üzerinden henüz bir hafta geçmişken, bir başka müsabakada, İstanbulspor’un, Başkan Ecmel Faik Sarıalioğlu’nun kararıyla Trabzonspor ile oynanan maçtan çekilmesi olayı da tabloyu biraz daha karartmıştır. Hakemin kararını beğenmeyen (!) Başkan Sarıalioğlu’nun, maçın ortasında, futbolcularını sahadan çekerek verdiği tepki, her ne kadar doğrudan bir şiddet eylemi değilse bile, futbol sahalarındaki şiddet olaylarını dolaylı olarak destekleyen veya “yol veren” bir eğilimi temsil etmektedir.
Bu tavrın, kurallara ve sportmenliğe saygısızlık anlamına geldiğini hatırlatmak ve daha da önemlisi bu türden “kural tanımazlık” örneklerinin, ilk vakada görüldüğü üzere, bilhassa bizim gibi toplumlarda, nasıl kolayca şiddet olayına evrilebildiğinin altını çizmek gerekir.
Futbol sahalarında yaşanan şiddet, sadece Türkiye’ye özgü bir problem değildir elbette. Örneğin İngiltere’deki holiganlar ve Almanya’daki fanatik taraftarlar da benzer toplumsal sorunlar yaratmıştır ve hâlâ dönem dönem yaratmaktadırlar. (1985 Heysel faciasını ve Margaret Thatcher’ın İngiltere’de futbol şiddetine karşı aldığı sert önlemleri, çıkardığı yasaları, holiganizme indirdiği demir yumruğu ve İngiltere futboluna nasıl yeniden saygınlık kazandırdığını hatırlayalım.)
Öte yandan, futbolun finansal yapısının, yönetimsel sorunlarının ve zaaflarının da yaşanan olaylarda etkili olduğunu söylemek mümkündür.
Transferler, kulüplerin mali yapıları, borç batağına saplanan takımlar, şike…
Hepsi, futbolun organik doğasını bozan karanlık yüzü oluşturuyor.
Federasyonun özerk olamaması, siyasi baskılar, futbol yönetiminin adil ve şeffaf olarak yürütülememesi de cabası.
Tüm bunlar futbolun hukukunu ve etik yapısını zayıflatıp itibarını zedeliyor.
Şiddet, sadece futbol sahalarına özgü değil, toplumun genelinde hüküm süren, kökleri çok derinlere inen bir sorundur. Dolayısıyla futbol sahalarında yaşanan şiddeti anlamak için toplumun genel yapısını da göz önünde bulundurmak gerekir.
Futbol aslında, toplumsal gerilimlerin ve çatışmaların bir mikrokosmosu olarak kabul edilebilir.
Ve gerek futbol mevzu bahis olduğunda, gerekse yaşamın diğer alanlarında, şiddet eylemleri karşısında alınan kararlar, adaletin, Justitia’nın terazisinde ne kadar dengeli durduğunun önemli bir göstergesidir.
Toplumda saygınlık ve güç kazanmanın yolu, ne savunmasız bir hakeme yönelik saldırıdan ne de diğer sözde “gözdağı verici” eylemlerden geçer. Saygınlık şöyle dursun, şiddete meyleden her davranış, olsa olsa, en hafif tabirle, bireyin, kendi iç dünyasının karmaşık labirentlerinde kaybolmuş olabileceğine işaret ediyor olabilir ki bu da doğrudan psikolojinin konusudur.
Özellikle bazı çevrelerde etkili olduğu düşünülen bu tür “asarım – keserim” tavırların, kabadayılıktan bozma davranışların (kaldı ki kabadayılığın bile bir raconu vardır) 21. yüzyıl toplumlarında saygıyla karşılanmaması beklenir. Umulur… Bu tür davranışlar, belki korku yaratabilir ama saygı, asla. Özellikle de bir kurum ya da kuruluşu temsil eden herhangi bir kişinin bu tür davranışlar sergilemesi, temsil ettiği kurumun itibarını zedelemekten öteye geçmez, geçmemlidir. En azından gelişmiş toplumlarda durum böyledir.
Gerçek güç, adaletin bıkıp usanmadan yeniden ve yeniden üretilmesinde gizlidir!