CHARLES GLASS
Julian Assange, 13 Aralık Çarşamba günü, Londra’nın güneydoğusundaki Belmarsh yüksek güvenlikli hapishanesinin ziyaretçi alanına girdiğinde saat 14.30’u gösteriyordu. Wikileaks’in kurucusu ve ifşaatçısı, bir buçuk metrelik boyu, beyaz yeleyi andıran saçları ve bakımlı sakalıyla diğer mahkûmlardan ayrışıyor. Assange, diğer mahkûmların eşleri, kız kardeşleri, oğulları ve babalarından oluşan kalabalığın arasında tanıdık bir yüz bulmak için gözlerini kısarak odayı tarıyor. Onu bana tahsis edilen yerde, D-3 noktasında bekliyorum. Küçük bir sehpa ve ikisi mavi biri kırmızı döşemeli, parke zemine vidalanmış üç sandalyeden oluşan bir adacık bu. Bulunduğumuz yerde buna benzer kırka yakın adacık daha var. Gözlerimiz buluşuyor, ilerleyip sarılıyoruz. Birbirimizi son görüşümüzden bu yana altı yıl geçti. Ağzımdan kaçıveriyor sözler: “Solgun görünüyorsun.” Çok iyi tanıdığım muzip bir gülümsemeyle cevap veriyor: “Biz buna mahkûm solgunluğu diyoruz.”
Haziran 2012’de Londra’daki küçük Ekvador büyükelçiliğine sığınan Julian, o günden beri polisin onu minibüse tıktığı bir dakika dışında dışarıya adım atmadı. 11 Nisan 2019’dan beri tutulduğu bu yerde gün ışığına çıkmasına izin verilmiyor. Günün 23 saati hücresinde kilitli kalıyor ve “yürüdüğü” tek saat, gardiyanların dikkatli gözetimi altında dört duvar arasında geçiyor.
Özel İçerik
Bu içerik sadece gazeteye abone olan okuyucular içindir.Yazının devamını okumak için gazetemize abone olmak ister misiniz?