SADIK ÇELİK
Bu sene de emlak piyasasının enflasyonist ‘roller coaster’ında yerlerimizi aldık.
Ankara ve İstanbul, dünya çapında konut fiyatlarındaki artış yarışında zirveye oturdu. Uluslararası emlak danışmanlık şirketi Knight Frank’in raporuna göre, başkentimiz yüzde 102.7’lik bir sıçrama ile tüm dünyayı geride bıraktı. İstanbul ise yüzde 77.6 ile Ankara’yı takip ediyor.
Bu rakamlar, Dubai’deki konut fiyatlarının yüzde 18’lik “mütevazı” artışının yanında hayli iddialı…
Yüksek enflasyon ve arz yetersizliği gibi sorunlar, konut krizinin temelini oluşturuyor.
Avrupa’daki konut piyasası ise adeta tersine işliyor. Örneğin konut fiyatlarında Stockholm’de yüzde 12, Frankfurt’ta ise yüzde 10 düşüş yaşanmış.
Sonuç olarak Ankara ve İstanbul’daki ev fiyatlarının yıldızlar arası bir yolculuğa çıkması, halkımızın konut sahibi olma hayallerini adeta bir fantastik roman kurgusuna dönüştürüyor.
Artık konut piyasası sadece finansal bir pazar olmaktan çıkıp, toplumsal eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin çarpıcı bir başka göstergesi haline geliyor.
Peki ya kiralarda durum nedir?
Hükümet tarafından getirilen yüzde 25’lik kira artışı sınırlaması, hem kiracıların hem de ev sahiplerinin kaderini bir nevi mühürlüyor.
Herkes kendine göre bir çözüm yolu bulmaya çalışıyor. Kimi hukukun sınırlarını zorlayarak kiracısına “Ya söylediğim rakamı kabul et ya da çık!” derken, diğerleri yasal sınırlar içinde hareket etmeye çalışıyor.
Fırsatçılık, “kısa günün karı” peşinde koşmak, her iki taraf için de geçerli bir strateji haline gelmiş durumda. Bu fırsatçılığın bir yansıması olarak, aynı binada bile kiralar arasında uçurum olduğuna dair çarpıcı örneklerle karşılaşıyoruz.
Bir dava açıldığında mahkeme üç yıl sonraya gün verebiliyor. Bu uzun süreçler, çözüm arayışındaki bireyleri daha da çaresiz bırakıyor. Adaletin gecikmesi, “adaletin inkârı” anlamına geliyor ve bu da toplumsal çatışmanın körüklenmesine neden oluyor.
Hukukun ve yasaların büyük oranda kiracının yanında durduğunu söylemek mümkün. Halbuki sadece kiracılar değil adil bir gelir umudu içinde olan mal sahipleri de zor durumda.
Sağlıklı bir toplumda, barınma hakkının korunması, sadakacılık anlayışından uzak bir sosyal devletin görevi olmalı. Ancak ülkemizde, bu hak çoğunlukla “mal sahibi tarafından kiracının korunması” olarak algılanıyor, bu da tüm dengeyi kaydırıyor.
Kiracının adeta malın ortağı haline gelmesi, sınırların aşıldığı bir durum yaratıyor. “Çökme, yerleşme” politikaları üzerine kurulu bir sistem, hukukun işlememesine ve adaletsizliğin her yere yayılmasına neden oluyor.
Yüzde 25 kira artış sınırlaması, özellikle yüzde 100’e varan enflasyon oranlarıyla karşılaştırıldığında, adil bir çözüm olmanın çok uzağında.
“Kiralarda sınırlama yaparak çözüme ulaşalım” mantığı, gerçekçi olmayan beklentilere yol açıyor. İnsanlara, aşırı enflasyon karşısında yüzde 25’lik bir artışla yetinmeleri söylenemez. Bu, sadece mal sahipleri ve kiracılar arasındaki dengesizliği derinleştirir.
Yöneticiler, toplumda infial çıkmasın diye mal sahiplerinin sırtından popülizm yaparken medeni, namuslu, tek dairesinden aldığı kirayla geçinmeye çalışan yaşlı amcalarımız, emekli teyzelerimiz kime sığınacak?
Adalet herkese lazım.
Gelinen noktada yüzde 25’lik kira artış sınırlaması, mal sahiplerini kiralama işinden soğutuyor. Bu durum, yeni yatırımcıları da caydırarak, “daire satın alıp kiraya vereyim” düşüncesini rafa kaldırıyor. Sonuçta kiralık konut bulmak da zorlaşıyor.
Neticede sosyal devlet anlayışı, sadaka ekonomisine dönüşürken, “kiracı yanlısı tutum”a bürünmek kimi kurtarabilir?
Tüm bu karmaşada kazanan kim?
Aslına bakarsanız konut fiyatlarındaki bu hızlı yükselişin de kira kısıtlamalarının da uzun vadede kimseye bir faydası olmuyor.
Özellikle yabancı yatırımcılar için cazip bir piyasa olabiliriz; ancak yerel alıcılar, halihazırda ev sahibi olanlar ve kiracılar için durum oldukça zorlu…
Toplumda derin yaralar açan ve insanları birbirine düşman eden çatışmalardan sonra, hükümet cephesinden 2024 Temmuz ayından itibaren yüzde 25’lik kira artış sınırlamasının kaldırılacağı haberi geldi. (Ayrıca kira sözleşmeleri de artık e-devlet üzerinden yapılacakmış ki bu doğru bir adımdır.)
Ancak bir filin züccaciye dükkanında yarattığı kaosa benzer bir karmaşanın ardından, yıkımın tozları henüz dağılmamışken verilen rasyonel politikalara dönüş sinyali…
Bu sinyal, piyasanın dinamiklerini altüst edip, mal sahibiyle kiracıyı karşı karşıya getiren, hatta ölümlere ve yaralanmalara sebep olan sancılı bir sürecin ardından, adaletsizliğin yarattığı hasarın üstüne sürülmek üzere sunulan bir merhemden fazlası değil ne yazık ki.
Ayrıca bu noktada, kira artış sınırlaması meselesinin Ecevit hükümeti döneminde de gündeme geldiğini hatırlatmak yerinde olacaktır. O dönemde, 2000 yılı için yüzde 25 ve 2001 yılı için yüzde 10 olmak üzere bir baraj belirlenmişti. Ancak Anayasa Mahkemesi kararıyla bu düzenlemeler iptal edilmişti.
Bu geçmiş örnek, günümüzde kira artış sınırlamalarıyla ilgili tartışmalar için önemli bir referans noktası teşkil ediyor. Zira Anayasa Mahkemesi’nin sözlerini kutsal birer emanet gibi muhafaza eden, hukuka saygılı Ecevit hükümeti ile mevcut iktidar bu açıdan tam bir tezat oluşturuyor.
Bugün geçerli olan “biz yaparız, olur” yaklaşımı, hukukun üstünlüğüne olan saygıyı rafa kaldırırken yasaları sadece birer süs eşyası olarak görüyor…
Yanlış Rotanın Faturası
Büyük resmi, iktidarın tutarsız ve başarısız ekonomi politikalarının sonuçlarından bağımsız düşünemeyiz elbette. Faiz oranları üzerindeki hükümet politikalarını ifade eden bir kavram olarak dilimize giren “Nas” politikası ile ekonomi yönetimi, piyasaların dengesinin ve kimyasının bozulmasına yol açmıştır.
İktidarın, “Nas” ile ilişkilendirerek, “Faiz sebep, enflasyon sonuç” sloganı altında yürüttüğü politikalar, genel olarak vatandaşı ekonomik zorluklarla ve yoksullukla karşı karşıya bırakmıştır. Faiz oranlarının yapay olarak düşürülmesini ve bu yolla enflasyonun kontrol altına alınabileceğini öngören politikalar piyasa gerçekleriyle örtüşmediği için çökmüştür. Enflasyon daha da artmış, ekonomik dengesizlikler büyümüştür.
Ülke olarak hâlâ o göçüğün altındayız.
Ülkemizde konut fiyatları ve kiraların uçuruma yuvarlanmasında da etkili olan yanlış ekonomi yönetiminin sonuçları, sadece makroekonomik göstergelerde kendini göstermemiş, vatandaşların günlük yaşamını da kasıp kavurmuştur. Tırmanan enflasyon oranları ve korkunç bir biçimde yükselen yaşam maliyeti vatandaşı doğrudan etkilemiştir. Barınmadan sağlıklı gıdaya erişime kadar pek çok alan, bu politikaların olumsuz sonuçlarından nasibini almıştır.
İktidarın “Nas neyi emrediyorsa…” tezine dayalı ekonomi politikası, piyasanın dengesini bozan ve vatandaşları ekonomik açıdan zor duruma düşüren bir faktör olarak tarihe karışmıştır karışmasına…
Peki gelen hesabı kim ödemektedir?
Ev sahibi, kiracısı, tüketicisi, üreticisi de dahil olmak üzere bütün bir halk!
Köşe bucak kaçılan faize ne oldu peki? Yüzde 50’lere dayandı bile…
Bu kapsamlı zarar döngüsü, bir bataklık gibi derinleşiyor ve çözüm için radikal bir değişim, bir zihniyet yenilenmesi gerekiyor.
Piyasanın, yukarıda bahsettiğimiz nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan, dengesiz, tahmin edilemez ve ayarı bozuk yapısı, konut fiyatları ve kiralar üzerinde baskı yaratıyor; sorunların daha da derinleşmesine yol açıyor. Diğer yandan, konut piyasasındaki istikrarsızlıklar, genel dengeyi ve işleyişi bozuyor. Böylece piyasanın daha da tahmin edilemez ve güvenilmez bir hale gelmesine neden oluyor. Yani, piyasanın dengesizliği ile konut fiyatları ve kira sorunları arasında çift yönlü bir etkileşim söz konusu.
Ekonomik bir tufanın ortasında hepimiz bir sonraki rüzgarın nereden eseceğini kestirmeye çalışıyoruz.
Adil ve herkes için erişilebilir bir konut piyasasına, aynı zamanda dengeli, sürdürülebilir bir ekonomik yapıya demir atacağımız günü iple çekiyoruz.