ÇETİN YİĞENOĞLU
Seçim sonucu iyi geldi; menopoza girmiş toplum ferahladı biraz. Aranan kahraman da bulundu. Özgür Özel, meydan savaşı kazanmış mareşal derekesine çıkarıldı. Pek haksız da sayılmazlar. Adam, önce genel başkan olmayı başardı. Sonra, girdiği ilk seçimde parti bayrağını göndere çekti. Yandaşlar, yalakalar, çanakta bal kokusu alanlar, Google bilginleri, kahvehane feylesofları bu utkuyu coşkuyla alkışladı. Kazanan alkışlanır!
Nedense CHP’nin seçim başarısında kendi çizgisine ters olmasına karşın, pragmatik davranmasına, popülist, ilkesiz, nabza göre şerbet veren, seçmen eğilimine uygun adaylar çıkaran politika izlemesine pek değinilmedi. Yerine göre ırkçı ya da dinci aday göstermesi yetkin politika örneği sayıldı.
Seçime favori giren AKP’nin yenilgisine de benzer prizmadan bakıldı. Partinin lideri yenilgi nedenini “seçim rüşveti” vermedeki ihmale bağladı.
Türkiye, tırmanan, büyük bir gerilimle girdi seçime. Demokratik ölümü gerçekleşmese de ülke entübe durumdaydı.
AKP, toplumun bütün değerlerini epritmişti. Nerede kültleşmiş eğilim, ikonik karakter, yerleşmiş toplumsal değer varsa saldırdı. Politikasına çerez ettiği inancı bile ucuzlattı. İletişim – bilişim araçlarını kötü niyetle kullanarak “ulusalcılık” düzleminde birleşmiş halkı dağıtmaya, birbirine düşürmeye çalıştı. Pazar ekonomisinin nesnesi durumuna getirilen halk, bu yüzden siyasi konulara seyirci kaldı. Başka olguların da etkisiyle oluşan bozgun havası kendi değerlerine yabancı, sosyal – siyasal açıdan asimile bir toplum yarattı. Bu toplum sonunda AKP’ye de yabancılaşmaya başladı.
Bu süreçte, mazlum toplumlara örnek halk kurtuluş savaşıyla kurulan devletin yönetsel biçimi değiştirildi. Anadolu aydınlanma kazanımları tek tek geri alınarak ülke 75 yıldır karşı konulan skolastik karanlığın etkisine sokuldu.
İşte, bu yapılanmaya karşı alındığı varsayılan yengi, halkın çoğunluğunu “büyük zafer” algısıyla coşturdu.
Gerçekten de bu seçimle söz konusu karanlığın dağıtıldığından, günlük – güneşlik bir ülke yaratılabildiğinden söz edilebilir mi? Örneğin, laisizm bir mevzi kazandı mı?
Şunu da sormak gerekiyor: Yerel seçim sonuçları bundan sonra toplumun CHP’yi destekleyeceği anlamına gelir mi? Yoksa seçim sonucu denize düşen yılana sarılır psikolojisiyle bir tepki patlaması mıydı?
Peki, CHP aynı CHP’mi?
CHP’nin altı okundan ne kaldı? İlk ok “Cumhuriyet” görünüyor elde: O da sözde. “Bağımsızlık” oku 2. Paylaşım Savaşında yitirildi. “Laiklik” oku Baykal’ın kara çarşafa rozet takması, ardından Kılıçdaroğlu politikalarıyla kırıldı. “Milliyetçilik” (ulusçuluk) okunun sivri ucu “ulus devlet çağı bitti” çığlıklarıyla törpülendi. (Mukaddesatçı milliyetçilik ayrı konu) Eş dönemde “Devletçilik” neoliberalleşen her kesimin el birliğiyle tarihe gömüldü. “Halkçılık” ise “ümmetçilik”le çarşaflandı.
Okları birer birer kırılan CHP, ideolojisinden uzaklaştı; sağcılaştı. Bunu da AKP’ye özenerek, taklit ederek yaptı.
CHP’nin “BÜYÜK dönüşümü” Türkiye’de siyasal asimilasyona yol açtı. Büyük kitle partileri birbirine benzedi; bir örnekleşti. Birkaç marjinal siyasal İslamcı, etnik (ırkçı) kimlik siyaseti yapan iki – üç partinin yanı sıra çağı yakalamaktan uzak, birkaç sol parti ise politikalarıyla düzenin değirmenine su taşıdı.
Bu seçim, Türkiye yönetiminde iki başlı bir yapı çıkardı ortaya. AKP merkezde, büyük çoğunlukla CHP, biraz DEM, birkaç yerde de MHP, YRP yerelde iktidar oldu. Eee, şimdi ne olacak? En çok yanıt aranan soru bu.
Seçim sonrası geleceğin iktidar partisi gözüyle bakılan CHP, AKP’den farklı nasıl bir politika izleyecek? Herhalde liberalizmden vazgeçmeyecek. ABD’ye, AB’ye, ÇUŞ’lara, yerli holdinglere, yandaş müteahhitlere karşı nasıl bir duruş sergileyecek? Tarikatlarla, cemaatlarla, dincilerle, ırkçılarla ilişkilerini nasıl düzenleyecek?
Özel, erken seçim istemlerinin olmadığını açıkladı. Kuşkusuz, erken seçim ne Özel’in ne de CHP’nin tekelinde. Ülke koşulları öyle bir dayatır ki, Özel’i de Stalin’in soydaşını da kağıttan kaplan gibi savurur bir yerlere.
Ne ki ülke gündemi çok yoğun. Görünüşe göre yakında merkezi iktidarla yerel yönetimlerin çatışmalarına tanık olunacak Türkiye’de. Malum, onay makamı AKP iktidarı. Herhangi bir belediyenin çok önemli, stratejik kararını onaylamaması, ayrıca para musluğunu kapatması krizlerden kriz beğendirecek.
Bunların dışında çözüm bekleyen yakıcı, çok önemli konular var. Anayasa değişikliği örneğin. AKP, Anayasayı değiştirme hevesinden vazgeçecek gibi görünmüyor.
Yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, derinleşen yoksulluk belediyelerin halk ekmek, tanzim satış düzenleme uygulamalarıyla çözümlenecek türden değil. Sorun altyapıyla ilgili.
TSK’nin olası Irak’a – ardından kuzeydoğu Suriye – sınır ötesi harekâtı gündemin bir başka önemli konusu. Erdoğan, Irak’ı kastederek “bu yaz bir gece ansızın inebiliriz” demişti. Söz konusu harekâtla 1. Paylaşım Savaşı sonrasında Sykes – Picot tarafından çizilen Türkiye’nin Irak’la Suriye sınırını baştan sona 30-40 kilometre güneye kaydırmak amaçlanıyor! Bu, bin 289 kilometrelik güney sınırının yeniden çizilmesi demek. Çok aktörlü bir sorun.
Türkiye’nin en önemli sorunlarının başında gelen bağımsız yargı, “başkanlık sistemi”nden vazgeçilmesine bağlı. Parlamenter sisteme dönüş de öyle.
Sığınmacı konusu ise “Konuk balığa benzer, üç gün sonra kokar” diyen İtalyan atasözünü çağrıştırıyor. Gerçekte bu konu iki ucu çikolatalı değneğe benzedi. Türkiye’nin AB’ye alınması, AB’yle vize sorunuyla da ilgili. Avrupalılar, Türkçe bilmez Türkiye pasaportlular yüzünden “Türkler geldi” diye çığlık atıyor. Türk halkının Avrupa’da vize duvarına çarpması bundan.
Bütün bunların yanı sıra ulusal barış için olmazsa olmaz beklentilerin başında Uğur Mumcu ile tüm siyasi cinayetlerin faillerinin bulunarak açılanması sorunu var ki, AKP ne bu konuya yaklaşır ne de siyasi hedeflerinden vazgeçer görünüyor.