GÖZDE MULLA
Kavramlar karşıtlarıyla var olurlar. Beyaz ve siyah da öyledir. Bir araya gelişlerindeki ivme ile karşı karşıya durduklarındaki ivme birbirinden farklıdır. Siyah ve beyazın karşıtlığı, onları birbirinden çok uzak noktalara götürmez. Uzandığında birbirine dahil olabilecek kadar yakın fakat yan yana geldiklerinde de birbirlerini yutabilecek kadar baskın, karşıt değil fakat karşı karşıya duran iki kavramdır. Bu, bir yansımanın temsilidir. Bir renk skalasında ya da kırtasiyenin boya reyonunda diğer renklerin arasında gördüğümüzden midir bilinmez ama onları renk olarak düşünme eğilimimiz pratikte hep devam eder. Oysaki teoride siyah ve beyaz renk değildir. Hatta onların ışık olduğunu söylemek için çok cesur olmaya da gerek yoktur. Çünkü ışığı olmayan hiçbir renkten söz edemeyiz öyle değil mi?
Renk, farklı dalga boylarına sahip ışığın nesne üzerinden yansımasının gözümüzden beynimize aktarılması sonucu oluşan algının ta kendisidir. Aslında rengin kendisi ışığın nesne ile ilişkisidir, dolayısıyla da onu algılama gücümüzle ilgili olarak oluşur. Bu durumda ışık tüm renkleri içeriyor diyebiliriz rahatlıkla, yani beyaz. Ve siyah tümünü soğuruyor, emiyor, yani içine alıyor, yine içeriyor. Yaşamın tezahüründe siyah ve beyaz iç içedir. Birbirlerinin içerisinde yer alırlar. Bu iç içelik bir ortaklaşma halini doğurur.
Bu anlamda beyaz ile siyahı karıştırdığımızda ortaya çıkan gri aslında net değildir. Bu, flu bir görme algısı yaratan durumun kendisidir. Buzlu bir camın arkasından bakmak gibidir. Tüm bunlar gündelik yaşamın bir metaforu olarak tezahür eder. Yaşanılan zaman ve mekânın yansımasıdır. Benzer bir şekilde bu durum dile de yansır. Tarifsiz güzellikteki bir duygulanım halini tanımlamak için yine ışıkla ilişkisine başvururuz. Mesela bembeyaz deriz. Ya da tam aksi bir durumda simsiyah. Kavramların vurgusu duyguyu ifade etmenin bir yolu olmanın yanı sıra netlik de içerir. Grinin aksine siyah ya da beyaz olmak net bir tavrın metaforudur. Tıpkı Galeri Siyah Beyaz’ın 30. yıldaki Simsiyah Bembeyaz vurgusu gibi.
İçerisine, yanına, altına, üstüne yüklenen tüm anlam ve duygularla birlikte siyah ve beyaz 1984 baharının Ankarasında bir araya gelir. Bu, öyle sıradan bir birliktelik olmaz. Kökü, dalları, meyvesi, doğası, sanatçısı ve emekçisi ile iş birliği halindedir. İçerideki işleyişin öncesinde mekân, şöminenin taşı ile çıkar yola. Tüm yol boyunca topladıkları anlar mekânın duvarlarında izlenir. Alt katın siyah kapısı ile üst katın beyaz kapısı açıldıkları günden bu yana pek çok diyaloğa dahil olur. Zili yoktur bu kapıların, tokmağa dokunmanız gerekir çalmak için ve daha kapıdayken siyaha ya da beyaza temas edersiniz. İçeriye girdiğiniz an ise mekânın ve zamanın arşivi karşılar. Duvardaki her fotoğraf karesi zaman yolculuğu yaparmışçasına kendisine bir adım daha yaklaştırır sizi.
2023 Ankarası Cumhuriyetin 100. yılına tanıklık ederken siyah beyaz şömineli galeri 40. yılına doğru yol alır. Ne kent o 40 yıl önceki kent, ne insanlar o dönemdeki insanlar, ne de sistem o dönemdeki gibidir artık. Şömine olduğu yerde durur fakat sanat gibi zaman da çok değişmiştir. Doğayı taklit etmenin ötesine çoktan geçmiş olan sanat, güncel olana verilen reaksiyonları yakalar, tıpkı yaşam gibi. Kimi zaman siyah kimi zaman da beyazdır durumlar, olaylar, olgular ve yaşam. Bazen de aynı anda eşit derecede hissedilir siyah ve beyaz. Karanlık ya da aydınlığın ötesinde yaşamın kendisini temsil eder. Coğrafi ve yaşamsal olarak konumlar değişse de geniş bir perspektifken baktığımızda aynı coğrafyanın aynı zamanında yaşayan insanlar olarak benzer şeylere maruz kalırız. Bu da gördüğümüzün ötesinde hissettiğimiz ışığı algılayışımızı etkiler. Geçmişinden referans alarak bugüne bakan Siyah Beyaz, içinde yaşadığımız bu zamanı Siyah daha da Beyaz metaforu ile yeniden kodlamak üzere sanatçılar ve katkı koymak isteyen herkesle yoluna devam ediyor.