SADIK ÇELİK
Bir yara, her yıl aynı zamanda kanar mı? Kabuğu kalkar, acısı tazelenir mi?
Sivas, Temmuz’un ilk haftası…
Yürekleri yakan bir ateşle hatırlanır.
Hangi ateş, 2 Temmuz Madımak ateşi kadar yakıcı olabilir?
1993 yılında, Madımak Oteli’nde, Pir Sultan Abdal Şenlikleri için bir araya gelen aydınlar, sanatçılar, genç düşünürler; umutlarıyla, hayalleriyle birlikte tutsak kaldılar alevlerin ortasında.
Otelin boğucu duvarları arasında, 35 yurttaşımız, vahşice, en ilkel içgüdülerle, adım adım ve göz göre göre gerçekleştirilen bir katliamın kurbanları oldu.
18 yaşından küçük dört can, tam 18 yaşında yedi genç ve yirmili yaşlarının ortasındaki on üç kişi; hayatının neresinde olursa olsun hayallerinin tam ortasındaki 35 can, yanarak ya da dumanın koyu gölgesinde boğularak yitip gitti.
Her yıl Temmuz’un ikinci günü geldiğinde, kaderimiz olan bu coğrafyanın “unutmaya utanan” yürekleri olarak bu kara günün yasını tutarız. Behçet Aysan, Metin Altıok, Uğur Kaynar, Muhlis Akarsu, Asım Bezirci ve diğer aydınlık yüzler… 35 canın acısı her yıl yeniden kanar, ne bu yürekler unutur, ne de bu topraklar.
O gün, da’rül-ala (güzellikler beldesi) Sivas, insanlık tarihinin en çirkin sayfalarından birine ev sahipliği yaptı. Madımak Oteli’nde, tekbir sesleri eşliğinde insanlık kül edildi.
Otel, sadece yanan bir bina değil, aynı zamanda yanmış umutların, kül olmuş hayallerin adı haline geldi. İnsanların, inançları ve düşünceleri nedeniyle hedef alındığı, acımasızca katledildiği bir orta çağ karanlığının…
O gün, “dinsizlere had bildirmeyi” kendilerine hak gören soysuz bir güruhun “şeriat isteriz” haykırışları, aziz sanatçıların can çekiştiği odalara kadar yankılandı. Ancak orada yok edilmeye and içilen sadece bedenler değil, Cumhuriyetin en temel değerleriydi.
Unutulmaz acılarımızdan sadece biriydi Sivas, Madımak. Öyle ağır bir gam…
Bu acı olay, hesabının sorulmadığı her yıl biraz daha derinden kazındı ülkenin hafızasına. Daha da derinden kanadı.
Olayın kendisi de sonrasında olan her şey de…
Olaya bilinçli olarak müdahale etmeyen devlet kurumları… Geç gönderilen itfaiye… Aziz Nesin için “Şehirde adeta Müslümanlarla alay edercesine gezebilmektedir” diyebilen dönemin Sivas Valisi Ahmet Karabilgin, “Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getiremeyiz” diyen dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “Çok şükür otel dışındaki halkımızın burnu kanamamıştır” diyen dönemin Başbakan’ı Tansu Çiller, “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk, galeyana gelerek tepki göstermiştir” diyen dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, Madımak Oteli’nin önünde “Mücahit Temel” sloganlarıyla karşılandığı ve “Bir defa şöyle bir fatiha okuyalım. Şunların ruhuna el fatiha diyelim” dediği iddia edilen dönemin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu, “Güvenlik güçlerimiz vatandaşlarımızın zarar görmemesine dikkat ederek olayları kontrol etmeye çalışmışlardır” diyen SHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, olayı azmettirenler, göz yumanlar, körükleyenler, göstermelik yargılamalar, korunan tetikçiler, yurt dışına kaçan/kaçırılan failler… Yakalandıktan sonra bırakılan ve kayıplara karışan isimler, hiç yakalanmadan kayıplara karışan isimler… Almanya’ya, Suudi Arabistan’a iltica eden asıl failler. Bizzat bugünün Cumhurbaşkanı tarafından cezası çeşitli gerekçelerle affedilen asli failler… Sözde adalet arayışları… Suskunluk… Milletvekili yapılan fail avukatları… Zaman aşımı…Failleri hala meçhul… Öyle bir kazındı ki hafızalarımıza, silebilene aşk olsun.
Şimdi, Temmuz her geldiğinde, Madımak’ın dumanı bir kez daha tüter gözlerimizde.
Metin Altıok’un dediği gibi; kalanlar, ölenlere şiir yazar. Kalbi olmayanlar insan yakar, kalbi olanlar türkü…
“Şu Sivas’ın elinde sazım çalınmaz,
güllerim yandı yüreğim dayanmaz.”
***
Madımak katliamının üzerinden sadece üç gün geçmişken, 5 Temmuz 1993’te, Erzincan’ın Başbağlar Köyü korkunç bir başka vahşete sahne oldu: 33 masum sivil katledildi ve köy ateşe verildi Bu olay, birçokları tarafından Sivas’ta yaşananların acı bir intikamı olarak görüldü. Ne var ki Başbağlar katliamı da tıpkı Madımak gibi, adaletin gölgesinde kalan, takipsizlikle kapanan, zaman aşımına uğrayan bir dosya haline gelmekten kurtulamadı.
İç barışı derinden sarsan ve adalet duygusunu kökünden sallayan bu iki katliam, ülkenin vicdanında kanayan, hakkıyla yüzleşilmeyen derin yaralar olarak kalmaya devam ediyor.
***
Bir de içimizdeki umut kıvılcımlarını küle çeviren diğer yangınlar var. Bizi başka bir acıyla yüzleştiren.
Ülkemizin dört bir yanında alevler yükseliyor. Son günlerde çıkan 80 yangında binlerce hektar ormanlık alan, asırlık habitatlar, yandı bitti kül oldu. İzmir, Selçuk, Antalya, Kuşadası, Balıkesir…
Türkiye’nin yeşil dokusunu, çoğu endemik tür olan yüzlerce canlıyı kaybediyoruz. Sadece çevresel bir felaket değil, aynı zamanda derin bir kültürel yitim.
Her Temmuz ayında, Sivas, Madımak’ın acısı gibi, orman yangınlarının acısı da yüreğimizi dağlıyor. Ve bu kayıpların her biri, bizlere, unutmamanın, unutturmamanın ne kadar hayati olduğunu hatırlatıyor.
Bu felaketler karşısında sessiz kalmak, geçmişin hatalarını tekrarlamak demektir. Doğru müdahalelerin eksikliği, toplumsal bilinçsizlik, yetersiz cezai yaptırımlar bu acıları daha da derinleştiriyor. İhmalkâr davranışlar, hem geçmişte hem bugün, kayıplara yol açıyor.
Tarihimize de, tabiatımıza da sahip çıkalım ve gelecek kuşaklara daha yaşanabilir, daha yeşil, daha adil bir dünya bırakma gayesinden vazgeçmeyelim. Alışmayalım. Bu, hepimizin sorumluluğu, hepimizin boynunun borcu!