METİN V. BAYRAK
Felsefeci, Opus Kitap GenelYayın Yönetmeni
Küllü şey’in yerciu ilâ aslihi. (*)
Bu yazıyı Madımak’ta Asuman ve Yasemin adlı iki kızını kaybeden, müzenin yapım sürecinde hayatta olan ama belgeseli göremeden aramızdan ayrılan sevgili Yeter Sivri’nin anısına 2 Temmuz’dan beri soğumayan o yüreğine bir solukluk da olsa serinlik vermesi niyetiyle yazıyorum.
Hafıza, ortak hafıza, hakikat, toplum olmak, erginleşmek, suç, fail, örgütlenme ve özgürlüğe giden yolda hakikatin işlevlerine yönelik belgesel, dijital kütüphane, sanal müze, sözlü tarih ve web belgeselden oluşan bir toplamla ortaya çıkan Madımak Katliamı Hafıza Merkezi; örgütlenme ve hafızalaştırma yöntemini referans alarak, ideolojik tarihyazımının dışında, alternatif bir hafızalaştırma örneği olarak dikkat çekiyor.
Hafıza nedir? Peki bir olayın hafızalaştırılması ya da bir olayın topluma mal olmasının engellenmesi ya da toplumun hafızasızlaştılması? Bir olayın hafızada yer alması ne anlama gelir? Bir olayın tahrif edilerek ideolojik tarihyazımı yoluyla toplumsal hafızaya alınması ne demek? Bütün bunlar, birlikte yaşamanın can suyu olan toplumsal bilinç de denebilecek “ortak hafıza” için ne anlama gelir?
Hafıza ya da Türkçesiyle bellek, TDK’de şu şekilde tanımlanmış: “Yaşananları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü, dağarcık, akıl, hafıza, zihin.” Türkçe, Arapça, Latince ve Batı dillerindeki anlamlarına baktığımızda kaydetmek, saklamak, yerleştirmek, korumak anlamları ön planda. Kim olduğumuz gerek kişi gerekse toplum, belleğimizde nelerin kayıtlı olduğuyla ilişkili olsa gerek. Peki, Madımak toplumsal hafızamızda var ama nasıl? Nasıl yer aldığı, genellikle yer almasından daha önemli olabiliyor. Türkiye’nin Osmanlı’dan bu yana toplumsal hafızasına baktığımızda ortak bir hafızadan yoksunluk, toplum olmanın önündeki belki de en büyük engel. Benzer olaylardan örülü olsa da bu olayların nasıl kaydedildiği sorunlu.
Olaylar açıklığa kavuşturulmadığında her grubun kendince tarihyazıcılığına soyunması kaçınılmaz. Çünkü her grup yaşamak için olup bitenleri anlamlandırmak ister ve hafızalaştırır. Bu da en yalın ifadeyle hakikatin belirmesini engellediği gibi deyim yerindeyse sis bulutu içinde karartılmasına neden olur. Hem kişi hem de toplum olmak için ihtiyaç duyduğumuz hafıza, hakikatle bağı koparılmış, tahrif edilmiş içeriklerden örülü. Bu da özgürlüğümüzün önündeki en büyük engellerden biri. Engel çünkü tutunacak bir dala ihtiyacımız var. Hakikat, işte o dal. O daldan yoksunluk her olayın yeniden yazılmasına, ihtiyaç duyduğumuz köklerin, referansların oluşmasını engellemekte.
Suç nedir? Türkçe sözlüklerde “Törelere, ahlak kurallarına aykırı davranış; yasalara aykırı davranış; cürüm” olarak tanımlanır. Etimolojik anlamıyla “bükülme, yönünden sapma, reddetme” fiillerinden evrilmiş. Suç, etik ve hukuki anlamda birlikte yaşamı tehdit eden bir aykırılık, birlikte yaşamın aktığı mecradan sapma, bir yapının bükülmesi anlamlarına gelir. Bu tanımı ardımıza alıp Madımak’a baktığımızda suç, açık ve seçik biçimde önümüzde ama faili? Madımak Katliamı, an be an kameralarla belgelenmesine, belediye, valilik, içişleri bakanlığı, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı ve MİT ve genelkurmay başkanlığının dahil olduğu iletişim ağı içinde kayıtlı her öznenin olaydaki sorumluluğu ve kuşkusuz suçu açık. Cezasızlık rejimi nedeniyle “aklanıp terfi ettirilerek” kariyer yollarına devam etmekteler. Hukuk açısından aklanıp paklanmış olsalar da halkın vicdanında hala suçlular.
Her şeyin belgeleriyle kayıtlı olduğu bir olayda faillerin tespit edilememesi, göstermelik yargılamalar, zamanaşımı, cumhurbaşkanının affı, cezasızlık, elinde benzin bidonu ile içinde çocuklar ve gençlerin de olduğu canları yakmaya giden birinin “pamuk dede” diye karşılanması ve daha pek çok olay, aradan 31 yıl geçmesine rağmen olayın hafızalaşmasını engelliyor; deyim yerindeyse hesabının görülmesini, katlanıp sandığa konulmasını.
Sürekli gündemde yer alması, iyileşmeyi engelliyor, travmayı kalıcılaştırarak iklime dönüştürüyor. Katliam ve ardından yaşananların, hâlâ yaşanmakta olanların amacının bağlamımız özelinde hafıza oluşumunu engellediği, “azınlık”ların kendilerini sürekli tedirgin hissetmelerini sağladığı söylenebilir. Olayın hesabının görülüp kaldırılması hakikate dayalı bir hafızalaştırma ile olanaklı; bu olmadıkça erginleşme gerçekleşmiyor. Türkiye toplumunun hesabı görülmemiş tarihsel olaylar ve/ya sorunlarla ilişkilenmesi iki biçimde oluyor: regresyon ve/ya agresyon. İkisi de sorunla yüzleşmeyi sağlamadığı gibi erginleşmeyi de geciktirmekte, aynı zamanda kendini ifade etmesini de.
Avrupa Alevi Birliği’nin finanse ettiği www.madimak.org sanal müzesi uzun, özenli ve kolektif bir çalışmanın meyvesi olarak artık erişime açıldı. Birden çok işlevi olan müze, pek çok yüze sahip. En önemlisi insanları birer sayı olmaktan çıkarması. Çoğu hayatının baharında olan gencecik insanların dünyalarına, hayallerine ortak olmak, hayatları çalınan insanların dünyalarından hayata bakmak, “Çok şükür yaşıyorum” dedirtmeden öfkenin içimize akmadan faillere yönelmesini sağlıyor. Faile yönelen öfke, iyileşmenin de işareti. Yara, öfkenin doğru adrese yönelmesiyle kabuk bağlayabilir. Hafıza Merkezi kapsamında çekilen belgesel, yaraları şimdiye kadar kapanmamış insanlara bir iyileşme imkanı da sunuyor.
Genel koordinatörü ve kreatif yönetmenliğini Eylem Şen’in yaptığı Madımak Katliamı Hafıza Merkezi’nin dijital kütüphanesinde “otuz üç can”a ait fotograflar ile biyografileri, iki binin üzerinde yerel ve ulusal gazete kupürü, yüzün üzerinde akademik kaynak, 22 dergi, 487 hukuki metin, 70’in üzerinde sivil ve resmi kurum raporu, binin üzerinde fotoğraf ile videolar içeriyor. Hafıza Merkezi’nin bileşenlerinden biri olan sözlü tarih çalışması Türkiye, Almanya ve Hollanda’da yapılan 130 görüşme ve röportajdan oluşuyor. Eylem Şen, böylesi ağır bir konuyu hem içerik hem biçim hem de duygu açısından oldukça işlevsel ve zarif biçimde birleştirerek Türkiye ve dünyaya hafızalaştırma alanında iyinin ötesinde çok iyi bir örnek sunuyor.
Hafıza Merkezi’nin ana bileşenlerinden biri olan Ümit Kıvanç ile onlarca insanın büyük emekler vererek hazırladıkları 4.5 saatlik “Çok Kötü Bir Şey Oldu – Madımak Katliamı ve Ötesi Üzerine Bir Film” adlı belgesel, yoruma mahal vermeyecek durulukta Madımak Katliamı’nın hafızalaştırılmasını sağlıyor. Ümit Kıvanç, Türkiye’nin sosyo-politik tarihinde derin yarılmalara neden olan Madımak Katliamı’nı bütün yönleriyle otüz üç canın hayatları eşliğinde ekrana taşıyor. Belgeselin “belge”sini ihmal etmeden, olayla şu ya da bu biçimde ilişkili bütün özneleri konuşturduğu gibi olayın sosyal, politik, antropolojik boyutlarını da alanında uzmanlara mikrofon uzatarak anlamayı sağlamaya yönelik bütüncül bir perspektif sunuyor.
Bir yara ne zaman iyileşir? Bir ömre çöreklenen, bir ömre mâl olan acılar var mıdır? “Uygarlık, hatırlamaktır” denir. Doğrudur bir bakıma ama eksik. Hatırlananlar ile tarih bir ve aynı olmadıkça özgürlük için ihtiyaç duyduğumuz hakikatten uzağız. 31 yıldır kapanmayan bir yara idi Madımak ama artık hafızalaştırıldı. O sis bulutu dağıtıldı. Hakikatin belirmesi sağlandı.
“Adalet, mahcubiyetin kızıdır” der Platon. Yakanlardan ve destekçilerinden, sempatizanlarından bugüne kadar olaya dair ne mahcubiyet ne de pişmanlık, ifadesi kitlesel anlamda dile getirilmiştir. Madımak Katliamı Hafıza Merkezi’nin sorumlular için bir yüzleşme imkanı olmasını diliyorum. Bir acıya ortak olmak, Madımak anmalarında acısı hâlâ dinmemiş canların kollarına girmek, anmalar için Sivas’a gelenlere kapılarını açıp onlara sarılmak, acılarını paylaşmak, bir bardak su, bir fincan çay ikram etmek, en yalın ifadeyle ruhları yakınlaştırır, bizleri ortaklaştırır ve toplum olmaya doğru yol alabiliriz. Bu yol, mahcubiyetle başlayıp yüzleşme ile sürer ve erginliğin bir niteliği olan özgürleşme ile sonuçlanabilir. Müze, aynı zamanda hepimiz için bir özgürleşme imkanı sunuyor. Emekleri geçen her bir can’a saygıyla…
(*) Her şey aslına rücu eder.