PINAR TÜRENÇ
İstanbul Metrosu’ndan Eminönü’ne…
Elini herkese açıp dilenen Suriyeli çocuklardan Sirkeci meydanında omuzlara fütursuzca çarpıp geçen, saçı sakalına karışmış Afganlara…
Ürkütücü beden diline karşı halkın nafile “pardon” bekleme halleri ve yakınlarındaki polise “Nedir bu yaşadıklarımız” diye yakınmaları.
Bodrum ya da Çeşme sahillerini dolduran iç – dış giysili sığınmacıların deniz sefalarıyla ısınan Ege sularındaki kulaçları.
Her şey karmakarışık ve puslu.
Sıcak ve nemin de bunaltısıyla yaşananların dayanılmaz ağırlığında gerçeği arama çabası.
Artık devasa bir köy olan bu gezegenin insanları kendini nasıl sorgulamalı?
Bu sınırlar ötesi kaçışlar, nasıl kurtuluş olabilir ki?
Geçen 24 Temmuz, basında sansürün kaldırılışının 116. yılıydı.
Dönemin hükümetinin siyasi ve toplumsal gerekçelerle basına uyguladığı yasakların, 1800’lerden beri süregelen baskının, 1908’de sansürün kaldırılmasıyla alınan nefesin 116. yılı…
2. Abdülhamit istibdat döneminden sonraki aşamalarda yaşanan yasaklamalara son verilmesi ve 1913’lerde yeniden sansürün hortlaması, gazeteci sürgünleri… Hapisler, gazetecilere yasaklamalar, kapatılan yayınlar…
Neyse ki 1970’lerde sansürün kaldırılışının bayram ilan edilmesi.
Sonrası malum.
Yine yasaklar, sansürün dik alası, gazeteci avı, akreditasyon uygulamaları, ekran karartmaları, maddi cezalar, iktıdarın yüzde 90’ını kontrolünde tuttuğu sözde basın.
Şaka gibi. Hâlâ sansür ve oto sansürün, baskının, gözaltıların, davaların, maddi cezaların dolu dizgin yaşandığı Türkiye düzeninde, ifade ve basın özgürlüğünün yok sayıldığı ülkede, özgürlüklerini arayan Suriyeli ve Afgan sığınmacılara sormak istiyor insan:
Sahi, siz nereye koşup geldiniz?
O sınır boylarından geçip, günü kurtarmayı amaçladığınız ülke ile aranızdaki uçurum çok mu büyük?
Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) 2024 Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında Türkiye 158. sırada yer alıyor. Yani kaçış için seçilen, yönlendirilen bu ülke, “çok vahim ülkeler” kategorisinde.
159. sıradan itibaren Çin, Vietnam, İran, Kuzey Kore, Afganistan, Suriye, Eritre geliyor.
Özetle, özgürlüklerde hepimiz çok vahim ülkeler iklimindeyiz.
İlk 3 sırada ise gıptayla baktığımız Norveç, Danimarka, İsveç var.
Suriye, hadi arka bahçemiz gibi. Kevgire dönen sınırdan geçişler kolay.
Ama Afganistan, çok uzağımızda. Yıllar önce Sovyet – Afgan savaşına giderken, pek bir meşakkatli yolculuk sonucu ulaşabilmiştik oralara. Ve de hiçbir yönümüzün birbiriyle uyuşmadığına tanıklık etmiştik.
Yıllar sonra durum, bölge dinamikleri nedeniyle daha da kötü hal aldı ve simdi o insanların çocukları, vahim ülke kategorisindeki başka bir ülkeye akın akın geliyorlar.
Kol gücüyle yaşamlarını sürdürmeyi amaçlarken daha iyi koşullara ulaşamadıkları kesin. Bir de illegal hareketlerin içinde durumu daha da vahimleştiriyorlar.
Bodrum’un, Alaçatı’nın serin mavi sularıyla ya da Esenler, Sirkeci hattının karmaşık koşullarının onlara ivme kazandıramayacağı ortada.
At izinin it izine karıştığı küresel köy ortamında, sistematik bir iniş yaşıyor dünya.
Siyasetin, ekonominin, hukukun, adaletin, insan haklarının, güvencesiz koşulların giderek bozulduğu 2024’te dünyadaki ülkelerin yarısından fazlasında insanlar, yöneticilerini seçmek için sandık başına gidip umut tazeliyor.
Resmi işsizlik oranının yüzde 10’ları aştığı Türkiye’de, aşırı enflasyonist baskı altında nefes bile almakta zorlana halk, işsiz gençler, yoksulluk sınırının da altındaki emekliler yaşamakta zorlanırken sığındıkları penceresiz karanlık odalardan çıkıp kol gücüne dayanarak Ege’nin mavi sularında umut aramaya çalışanlar için bu coğrafya ne kadar nefes olabilir ki?
Bu zor denklemin girdabında çırpınışlar daha ne kadar sürecek? Hep beraber bekliyoruz.