ÖNAY ALPAGO
Hukukçu, eski devlet bakanı, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi.
Kentler içinde yaşadığımız, çalıştığımız, güven ve mutluluk aradığımız mekânlardır. Tarihin, doğanın ve kültürün kısacası geçmişten günümüze gelen tüm değerlerin bütünüdür, birikimidir. Hep birlikte bu kentlerde bir kent kültürü, bir kent hukuku yaratırız. Bu nedenle kentte yaşayanlar kendilerini oranın sahibi olarak görmeli ve kentlerini sahiplenmelidir. Sahiplenmenin ilk koşulu kente iştirak edebilmeleri, katılabilmeleridir. Katılmak için de insanların yaşadığı kente ilgi duymaları gerekir. İlgilendikçe ve bilgi sahibi oldukça muhakkak ki sahiplilik duygusu güçlenecektir. O nedenle kente katılan, orayı kendine ait hisseden insan hem kentin sahibidir, hem de kentlilerin hemşehrisidir.
Kentler sosyal gelişmelerin, kültürel etkinliklerin, uygarlıkların oluştuğu yerlerdir. Önceki nesillerden kalan tarihi, kültürel, doğal zenginlikleri koruyup yaşatacak olanlar o kentte yaşayanlardır. Bu eserleri sahiplenmek demek gelecek nesilleri de sahiplenmek demektir. Bu anlayışın hâkim olmasında, bu bilincin yerleşmesinde en büyük görev ve sorumluluk yerel yöneticilere düşer. Katılımcı demokrasi anlayışı içinde uzlaşmacı, hoşgörüye açık, aklı ve bilimi önceleyen belediye başkanları kentte yaşayanların en büyük şansıdır.
Kentin nimetlerinden yararlanmak kadar külfetlerine katlanmak da gerekir
Hiçbirimiz birbirimize benzemeyiz. Fiziki olarak da benzemeyiz; alışkanlıklarımız, huylarımız, değerlerimiz, önceliklerimiz açısından da benzemeyiz. Ancak birlikte yaşarken sadece kendimize ait olan değerlerle, doğrularla, kabullerle yaşayamayız. Sadece kendimizde var olan kendi kültürümüzü üstün kılmak, birlikte yarattığımız kent kültürünü paylaşmamızdır. O nedenle kente özgü kimi kurallara Kentin külfetine, külfetlerine de katlanmak gerekir. Unutmayalım ki ortak yaşam sadece bir arada yaşamak demek değildir. Ortak yaşam, beraberliklere dönüştürülen yaşam biçimidir.
Kentlilik bilincinin artması, kentlere ayrı bir değer katar.
Kent kültürünün temel taşları saygı, hoşgörü, yardımlaşma, paylaşma, özveri ve dayanışmadır. Bütün bunların olabilmesi için kent imkânlarının herkese açık ve eşit olması da son derece önemlidir. Her konuda üretilecek çözümler, o kentte yaşayan herkesin eşit yararlanmasına imkân sağlamalıdır. Kişilerin siyasi görüşü, etnik aidiyeti; din, dil, eğitim farkı hizmet almakta ne üstünlük nedenidir ne de mahrum kalma kaderidir. Eşit yararlanmada, çağdaş ve katılımcı demokrasilerde sadece kadınlara pozitif ayrımcılık uygulanır, onlar için kız öğrenci yurtları, kreşler, sığınma evleri kendilerine gösterilen pozitif ayrımcılığın örnekleridir.
Kent imkânlarının herkesin kullanımına açık olması demek, kente yabancılaşmayı önlemek demektir ve bu da kente sahip çıkma duygusunu geliştirir. Kent dayanışması, kentlilik bilincinin artması, sağlam insani değerlerin buluşması kentlere de ayrı bir değer katar.
Kent dayanışması insana yalnız olmadığı duygusu verir
Dayanışma hemşehriliği, hemşehrilik de dayanışmayı güçlendirir ve insana yalnız olmadığı duygusunu verir. 1952 yılında Helsinki Olimpiyatları’nda ünlü Çekoslovak atlet Emil Zatopek üç dünya rekoru kırar. Aynı olimpiyatlarda 5 bin, 10 bin ve maraton yarışlarında birinci gelir. Ondan önce de çeşitli dünya şampiyonlukları vardır ama ilk kez üç birinciliği bir olimpiyatta alır. O Çeklerin gururudur. Çek lokomotifi ismi takılır kendisine. Onlar için çok kıymetlidir Zatopek. Yıllar sonra Rus tankları Çekoslovakya’yı işgal eder. Zatopek üniformasını giyer, sporda kazandığı madalyalarını takar ve tankların önüne tek başına geçerek işgali durdurmaya çalışır. Şüphesiz ki başarılı olamaz, tanklar işgali gerçekleştirirler ve Zatopek’i cezalandırırlar. Ona sokakları süpürme görevini verirler. Ertesi sabah uzun saplı sokak süpürgesiyle sokağa çıkar Zatopek, bakar ki bütün evlerin önü tertemiz, sokaklarda hiç çöp yok. Çünkü Çekler milli kahramanları Zatopek’e reva görülen bu görevi protesto etmek için sabah erkenden kalkarlar, evlerinin önünü süpürürler. Zatopek’e süpüreceği tek bir çöp bırakmazlar. O da süpürgenin sapına sarılır ve dakikalarca ağlar. Bir kent dayanışmasının, kentin yarattığı bir değere sahip çıkmasının ve telefonun, bilgisayarın, internetin olmadığı bir zamanda böyle örgütlenerek bu büyük dayanışmayı yaratabilmelerinin en güzel örneklerinden biridir.
Kentle ilgili pek çok kurum ve Atatürk’ün vizyonu
Ankara’nın başkent seçilişi, bir takım değerlendirmeler üzerinden ortaya çıkmıştır. İstanbul’un işgale açık olması, Ankara’nın daha zor işgal edilebilecek bir yer olması gibi stratejik öneminin yanı sıra Türkiye’nin her yerine aşağı yukarı eşit mesafede olması bir başka tercih nedenidir. Ayrıca aziz Atatürk başkent İstanbul olursa, İstanbul’da yüzyıllardır sürmüş olan çeşitli İmparatorluklardan arta kalan uygarlıkların eserleri arasında yeni başkent kimliğinin kaybolabileceğini düşünmüştür. Oysa ki bakir bir toprakta başkent ilan edilen Ankara, yeni bir cumhuriyet kentinin ve kültürünün ortaya çıkması anlamına da gelecektir.
O yeni kent; kıyafetten okullara, kamu binalarından hastanelere, caddelerden heykellere, anıtlara kadar her yanıyla ve her yönüyle cumhuriyetin kültürünü yansıtabilsin istenmiş, o nedenle de başkent Ankara olarak seçilmiştir. Ankara’nın başkent olması hem kentte yeni bir kültürün doğmasına hem de yeni bir Ankara’nın yaratılmasına kaynaklık etmiştir. Bütün devrimlerinde olduğu gibi kent kültürü, kent hukuku, kentli hakları gibi kavramlar Atatürk’ün o vizyoner bakışıyla ortaya çıkmıştır. Can Yücel’in dediği gibi, “Suyu şavka döndürüp, düşü gerçeğe çevirmiştir”. Bugünkü modern belediyecilik anlayışı belediye başkanı ve belediye meclis ve konsey üyelerinin yarattıkları değerler, cumhuriyetten sonra dalga dalga yayılan kent kültürüyle mümkün olmuştur. Bir kez daha, minnet ve şükranla…