ANNE-CÉCİLE ROBERT
Çeviri: OKAN URUN
Son yıllarda Amerikalı diplomatların ağzından yeni bir ifade eksik olmuyor. Barışa yönelik tehditlerle karşı karşıya kalındığında, “kurallara dayalı uluslararası düzen”in veya İngilizce deyimiyle “rules based order”ın (RBO) gereklerini yerine getirmek gerekiyor. Bir tür Pavlovcu refleksle Batılılar aynı sözü koro halinde tekrarlıyor. Mesela Washington ve Paris, Ekim 2021’de yayınladıkları ortak deklarasyonla “kurallara dayalı çok taraflı düzeni güçlendirmek” üzerinde mutabık kaldı. Avrupa Birliği’nin Mart 2022’de kabul edilen stratejik yol haritası “kurallara dayalı uluslararası düzeni savunmak için aynı değerleri paylaşan ortaklar ve ülkelerle ilişkilerin güçlendirilmeye devam edeceğini” belirtiliyordu. (1) Şubat 2023’te ise bu defa ABD, Avustralya, Hindistan ve Japonya’yı bir araya getiren Dörtlü Güvenlik Diyaloğu’nun (Quad) liderleri, “ülkelerinin her türlü askeri, ekonomik ve politik baskıdan uzak, kurallara dayalı uluslararası düzeni sürdürme kararlılığını” teyit ettiler. (2)
Görünüşte söz konusu formüle karşı çıkmak anlamsız: Kim kurallara dayanan bir düzene karşı çıkar ki ya da alt metin olarak kim düzensizliği ve kaosu kanunla garanti edilen barış ve istikrara tercih eder? Ancak, onlarca yıldır kabul görüp üzerinde mutabık kalınan “uluslararası hukuk” ifadesinin yerini alan RBO, uluslararası toplumda oluşan çatlakları gözle görünür hale getiriyor. Bu durumda tamamı Batılı olan devletler tarafında tekrarlanan bu terim, söz konusu çatlakları kanun ve düzenin pozitif değerlerinin yanına yerleştirerek onlara bu devletlerin çıkarları doğrultusunda anlam kazandırmayı amaçlıyor. Ancak “uluslararası hukuk” deyiminin aksine bu yeni formülün içeriği belirsizliğini koruyor. Siyaset bilimci Boas Lieberherr, “Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Almanya ve Hindistan’ın RBO’dan ne anladıkları önemli ölçüde farklılık gösteriyor” diyor. Lieberherr’e göre “Herkes kurallara dayalı bir uluslararası düzenin, devletlerin faaliyetlerini üzerinde anlaşmaya varılan belirli hükümlere uygun olarak yürütme taahhüdünü temsil ettiği konusunda hemfikir olsa da aynı hükümlerin neyi gerektirdiğine dair farklı yorumlar ortaya koyuyor” (3). Bazı devletler (veya Avrupa Birliği gibi devlet birlikleri, Almanya ve Fransa) bunun içine Birleşmiş Milletler Antlaşmasını katıyor. Avustralya gibi başka devletler ise buna özellikle atıfta bulunmuyor.
Özel İçerik
Bu içerik sadece gazeteye abone olan okuyucular içindir.Yazının devamını okumak için gazetemize abone olmak ister misiniz?