DR. SEDEF KABAŞ
Gazeteci, televizyoncu, yazar, iletişim ve siyaset bilimci.
21. yüzyılın başında esen demokratikleşme rüzgârları, yerini hızla otoriterleşme fırtınalarına bırakmış görünüyor… Dünyanın pek çok yerinde sandıkla iktidara gelen liderler, zaman içinde kendilerini halk egemenliğinin yegâne temsilcisi olarak konumlandırıp oturdukları koltukları devrilmez / devredilmez bir hak olarak görmeye başlıyorlar. Seçimlerin düzenli olarak yapılması, artık demokrasinin varlığına dair tek ölçüt olarak sunuluyor. Yani seçimler var ama demokrasi yok! İşte bu nedenle siyaset literatüründe bu çelişkili tabloya “demokratik otoriterlik” adı veriliyor. (1)
Oysa modern demokrasilerde sadece seçimlerin yapılması yeterli değildir; bu seçimlerin adil, şeffaf ve güvenilir olması da gerekir. İkincisi demokratik rejimlerde halk tarafından seçilenlerin iktidarı sonsuz değildir; sınırlıdır ve mutlak surette denetime tabiidir. Denetim yoksa demokrasi yoktur! Üçüncüsü egemenlik sadece oy pusulasına sıkışmış bir hak değildir. İfade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü ve özgür medya halk egemenliğinin temel yapıtaşlarıdır. (2)
Sivil toplum örgütlerinin varlığı, anayasal güvence altındaki grev, yürüyüş, protesto hakları; adil ve eşit yargının varlığı, tarafsız bir medya düzeni sayesinde halkın bilgilendirilmesi, görüş, eleştiri ve taleplerinin iletilmesi halk egemenliğinin pratik hayattaki yansımalarıdır…
Yakın tarihte Almanya’da Nazizm, Rusya’da Stalin dönemi, İspanya’da Franco rejimi, egemenliğin halktan alınıp bir kişiye devredilmesinin yıkıcı sonuçlarını gözler önüne serdi. Ancak tarihten ders alınmamış olacak ki 21. yüzyılda da dünyanın birçok yerinde liderler, seçilmiş olmanın verdiği meşruiyeti sınırsız bir güç olarak yorumlamaya başladı. İktidara gelen bir daha gitmek bilmiyor. Denetim mekanizmaları devre dışı bırakılıyor, yargı bağımsızlığı tartışmalı hale getiriliyor, medyanın sesi kısılıyor. Özellikle dijital medya ve sosyal ağlar üzerinden yayılan dezenformasyon, halkın doğru bilgiden uzaklaşmasına ve popülist liderlere yönelik kör güvenin artmasına neden oluyor. Rusya’da Vladimir Putin, Çin’de Xi Jinping, İsrail’de Benjamin Netanyahu, Macaristan’da Victor Orban, Hindistan’da Narendra Modi, Amerika’da Donald Trump ve Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan, seçimler yolu ile iktidara gelmiş liderler olsalar da demokrasinin olmazsa olmazı güçler ayrılığı ilkesini hiçe saymakta sakınca görmeyen, her türlü denetim ve dengeden muaf olmayı arzulayan, ortak akıl ve kolektif çözüm yerine “Ben yaptım oldu” siyaseti güden isimler… Bu yönetim anlayışı Erdoğan’ın şu sözü ile özetlenebilir: “İngiltere, Almanya, Fransa ve şahsım!”
Millet iradesinin sarsılmaz temelini simgeleyen bir manifesto
Oysa bundan 105 yıl önce “şahsım” yönetim anlayışı bu topraklarda çok hazin bir çöküşe imza atmıştı. Padişah tarafından yönetilen Osmanlı İmparatorluğu emperyal güçlerin elinde paramparça edilmiş, ülke dört bir koldan işgal edilmiş, başkent İstanbul’daki Meclisi Mebusan dağıtılmıştı. Teslimiyeti reddeden ve gücünü halktan alan Anadolu direnişi ise halkın kendi istikbalini kendisinin belirlemesi konusunda büyük bir azim ve kararlılık gösterdi. Erzurum ve Sivas kongreleri, milli egemenliğin temellerinin atıldığı dönüm noktalarıydı. Ardından Mustafa Kemal’in çağrısı üzerine Ankara’da toplanan ve 23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi halkın egemenliğine inancın en somut kanıtı oldu. Gazi Meclis’in aldığı ilk karar şuydu: “Egemenlik (ülkeyi yönetme gücü) milletindir.”
Sonraki yıllarda Nutuk’ta yer alan, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ifadesi ulusal egemenliğin sadece askeri zaferlerle sınırlı olmayan, aynı zamanda hak, hukuk, adalet ve çağdaş değerlerle yoğrulmuş bir mücadelenin eseri olduğunu da vurgulamaktadır.(3) Egemenlik yalnızca tarihsel bir kavram değildir. Günümüz siyasi arenasında vatandaşların siyasi katılımını, ifade özgürlüğünü ve demokratik haklarını da kapsayan vazgeçilmez bir ilkedir. Atatürk’ün bu sözü, millet iradesinin sarsılmaz temelini simgeleyen bir manifestoya dönüşmüştür.
Cumhuriyet’in temel ilkelerinden biri olan halk egemenliği, 2017’deki anayasa referandumu ile ciddi bir sarsıntı yaşadı. Başkanlık sistemi propagandası, medya marifetiyle 7/24 pompalandı. Tek adam yönetimiyle hızlı ve etkili kararlar alınacağı iddia edildi. “Başkanlık gelecek tüm sorunlar sona erecekti!” Oysa tarih, tek kişiye sınırsız yetki vermenin çöküşle sonuçlanabileceğini sayısız kez göstermişti.
Yandaş medya kanalları, iktidar destekli troller ve dijital ağlar üzerinden yürütülen algı operasyonları; ekran karartma, yayın durdurma gibi sansür uygulamaları ile halkın bilgiye erişimi sabote edildi, bireylerin sağlıklı kanaat oluşturma hakkı elinden alındı. 2016 yılında patlak veren Cambridge Analytica skandalı, böylesi sansür ve dezenfarmasyon süreçlerinin Batılı demokrasileri bile nasıl etkilediğini ortaya koymuştur. (4)
Yapay gündem bombardımanın yanısıra referandumun OHAL şartları altında yapılması da manidardı. Temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, pek çok basın yayın kuruluşunun kapatıldığı, “Hayır” afişlerinin sökülüp atıldığı, muhalif toplantılar için salon tahsislerinin yasaklandığı, özgür ve açık tartışma ortamlarının sınırlandırıldığı olağanüstü bir süreçte halktan “özgür” bir seçim yapması istendi.
Halkın sandıkta yaptığı tercih bile son dakika golü ile şaibeli hale getirildi. Yüksek Seçim Kurulu’nun tüm yasalara ve teamüllere aykırı şekilde sandıkların kapanmasına bir kaç dakika kala mühürsüz pusulaları “geçerli” kılması, referandumun meşruiyetine gölge düşürdü. Oldu bittiye getirilerek halk egemenliği ilkesine ağır darbe vuran bu referandum Erdoğan’ın “Atı alan Üsküdar’ı geçti” sözleri ile tarihe geçti. (5)
Halktan alınan egemenliğin saraya geri dönüşü
94 yıllık parlamenter sistem yerini başkanlık rejimine bırakınca yürütme gücü tek kişide toplandı. Meclis adeta işlevsizleştirildi. Egemenlik halktan alınıp, tekrar saraya devredildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan boşuna kendisine Atatürk Orman Çiftliği’nin ortasında 1150 odalı bir Saray inşa ettirmemişti. Saray hangi değerleri sembolize eder? Hanedanlık, padişahlık, monarşi…
Tarihsel ve güncel örnekler, egemenliğin halka ait olmadığı durumlarda ortaya çıkan merkeziyetçilik ve otoriter yönetim eğilimlerinin, toplumsal huzur, ekonomik istikrar ve bireysel özgürlükler üzerinde yıkıcı etkiler yarattığını gösterse de insan doğasının güç hırsı kolay kolay iflah olmuyor… Denge ve denetimden yoksun güç yozlaşıyor. Mutlak güç mutlaka yozlaşıyor.
Yozlaşan güç, güçten vazgeçmek istemiyor. Anayasanın gayet açık “bir kişi en fazla iki kez cumhurbaşkanı” seçilir maddesine rağmen üç dönemdir aynı koltukta oturan Erdoğan’nın ülke yönetimini neredeyse “ebedi başkanlık sistemi”ne dönüştürme niyetine dair güçlü sinyaller mevcut. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında açılan davalar, diplomasının tam da cumhurbaşkanı adayı olduğunu açıklaması üzerine iptali, adeta bir terör örgütü liderine baskın yapılıyormuşcasına evine 20 polis aracıyla gidilerek gözaltına alınması ve ardından “kaçma şüphesi” ile tutuklanması, iktidarın siyasi rakiplerini hukuku araçsallaştırarak etkisiz hale getirme çabası olarak nitelendiriliyor. (6)
İktidarlar gelip geçici, halk egemenliği bakidir
Otoriter liderler, dikensiz gül, rakipsiz demokrasi istiyor. Dostlar alışverişte görsün misali seçimler tamamen ortadan kaldırılmıyor ancak muhalefet etkisiz hale getirilip seçimler bir formaliteye dönüştürülüyor. Haliyle düşük profilli adaylarla yapılan göstermelik seçimler halkın egemenliğini tesis etmekten ziyade otoriter rejimlerin devamına hizmet ediyor.
Elinde kalan son özgürlüğün yani seçme ve seçilme hakkının bile elinden alındığını anlayan halkın iktidarı protesto etmesi elbette gayet meşru ve demokratik bir refleks… Üstelik gösteri ve yürüyüş en temel anayasal haklar arasında… Ancak gücü kaybetme korkusuna kapılan iktidarın buna verdiği karşılık ise daha fazla baskı ve şiddet.. Demokrasinin nimetleri sayesinde iktidara gelenler sonrasında güçlerini kalıcı kılma uğruna hukuksuz ve anti demokratik uygulamalara başvurmakta hiç bir sakınca görmüyorlar.
Oysa demokrasilerde iktidarlar gelip geçici, halk egemenliği bakidir… Sonuç halkın egemenliğine ne derece kararlılıkla sahip çıkacağına bağlı olarak değişecektir. Ancak özgür, demokratik, adil ve refah dolu bir gelecek mücadelesi veren her toplum dünyanın neresinde olursa olsun alkışı ve zaferi hak etmektedir. Çünkü egemenlik ya halkındır… Ya da hiç olmamıştır!
(1) Levitsky, S. & Ziblatt, D. (2018). How Democracies Die. Crown Publishing.
(2) Dahl, R. (1989). Democracy and Its Critics. Yale University Press.
(3) Atatürk, M. K. (1927). Nutuk. Türk Dil Kurumu Yayınları.
(4) Cadwalladr, C. (2018). “The Cambridge Analytica Files”. The Guardian.
(5) Human Rights Watch (2017). “Turkey’s Human Rights Rollback: Recommendations for Reform”.
(6) European Commission (2023). Turkey 2023 Report – Rule of Law and Judiciary Section.