SOPHIE BESSIS / Tarihçi
Hamas tarafından 7 Ekim günü İsrail topraklarına düzenlenen kanlı saldırı ve örgüte bağlı militanların yaptığı korkunç katliamlara, İsrail’in daha önce görülmemiş büyüklükte, zamanda ve insani kayba neden olacak şekilde verdiği yanıt, İsrail – Filistin çatışmasının boyutunu ve niteliğini değiştirdi. Bu durum muhtemelen, çatışmanın geleceğini de etkiledi. Diğer tüm sömürge çatışmalarından farklı olarak bu çatışmanın duygusal boyutu, İsrail devletinin 1948’deki kuruluşundan bu yana politik bir olgu olarak kalmıştır. Nefret hakkında bugüne kadar çok şey söylendi. Nefreti besleyen genellikle korkudur. Her iki tarafta da, kolektif hafızaların ve anlatıların şekillendirilmesinde nefret, korkudan daha büyük rol oynuyor.
Yahudilerin, yüzlerce yıllık zulümden kaynaklanan ve Avrupa’da Nazi soy kırımıyla zirveye çıkan korkularının nedenlerini hepimiz biliyoruz. Nazilerin de öncesine dayanan, atadan gelen bu korku, Yahudiler için güvenli bir vatan kurma hedefiyle yola çıkan bir tür milliyetçilik olan Siyonizmi doğuran antisemitik şiddetle beslendi. İsrail, 1948’den itibaren özellikle askeri gücü ve ABD’nin koşulsuz desteği sayesinde uluslararası hukuka meydan okuyabilen bir askeri güç olarak kendini gösterdikçe bu korku atmosferi dağılır gibi oldu: İsrail güçlüydü, devlet halkını savunabilirdi ve yakın çevresinin tekrarlayan ama kontrollü düşmanlığından korkacak hiçbir şeyi yoktu. Dünyadaki Yahudilerin büyük bir kısmı için İsrail, oraya yerleşmemiş olsalar bile, antisemitik bir yeniden canlanma durumunda olası bir sığınak, bir güvenlik garantisi, bir tür hayat sigortasıydı.
Özel İçerik
Bu içerik sadece gazeteye abone olan okuyucular içindir.Yazının devamını okumak için gazetemize abone olmak ister misiniz?