AYKUT KÜÇÜKKAYA
Yazıda kullandığımız fotoğrafımızın öyküsünden başlayayım. Temmuz 2017… Ali Ağabey’in, balkonundan Kız Kulesi’ne bakan Cihangir’deki yüksek tavanlı evindeyiz. O tarihte Cumhuriyet’in Haber Koordinatörü’yüm. Ali Ağabey’in değerli meslektaşımız Ümit Aslanbay’la yaptığı söyleşi kitabı yeni çıkmıştı. Temmuz sıcağında gazetenin usta muhabirlerinden Hilal Köse ve ülkenin en iyi foto muhabirlerinden Vedat Arık’la birlikte saatlerce süren bir sohbet… O günün anı fotoğrafının fikri de Ali Ağabey’den gelmişti:
“Bak Aykut… Uğur Mumcu Ankara’dan İstanbul’a geldiğinde bende kalırdı; bu da Uğur’un koltuğu. Hadi geç koltuğa otur, biz Ümit’le sohbet ediyor gibi numara yapacağız!..”
Ben koltuğa geçiyorum, Ali Ağabey de konuyu Uğur Ağabey’in muzipliğine getiriyor:
“Uğur Mumcu’yu herkes asık suratlı zannederdi… Ama öyle değildi. Sabahları Mine, Harbiye’deki işine gitmek için saat 9’a doğru yola çıkardı. Uğur daha önce kalkar, koltuğuna oturur, telefona sarılır ve Ankara’yı arardı. Telefona kim çıkarsa ‘canım’ diye hitap ederdi. Ama onun ‘canım’ deyişinden telefondakinin Özge mi, Özgür mü, Güldal mı olduğunu hemen çıkarırdım. Bir gün Mine beni yanına çağırıp ‘Bak gör aile babası böyle olunur’ dedi. Ben de Mine gittikten sonra Uğur’a dedim ki ‘Uğur’cuğum böyle sabah telefonlarınla kötü örnek oluyorsun. Mine gidince arasan ya!’ dedim. O da kahkahayı patlattı ve ‘Olur’ dedi. Ama sonraki sabah yine aynı saatte telefonun başındaydı…”
İki ölümsüz kalem, sohbetin tatlılığını düşünün… Ali Ağabey’in eşi Mine Sirmen’e “kötü örnek” olan Uğur Mumcu, kahkahayı basıyor; Ali Sirmen “Ya bu adam her geldiğinde Mine’yle aram limoni oluyor” diye söylene söylene Cağaloğlu’ndaki gazetenin yolu tutuluyor.
Bu buluşmadan bir yıl sonra Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni oldum. Ali Ağabey’le her gün olmasa da haftada en az 2 – 3 kez telefonlaşırdık. Bir gün odamdayım, Ali Ağabey telefonda: “Aykutcuğum kısa bir tatil arası vermek istiyorum, izin veriyor musun?”
Hayranlık duyduğum, kıskandığım tek yazar yıllık izin istiyor. “Ali Ağabey Cumhuriyet demek siz demeksiniz. Okurlarınız olarak bir iki hafta sizi çok özleyeceğiz…”
85 yıl geçti, “yaşam izni” bitti ve şu koca dünya artık Ali Sirmen’siz! Ölüm haberini aldığımda İzmir’deydim. O anki duygumu şöyle yazmışım: “Cumhuriyet’in son çınarını kaybettik! Cumhuriyet gazetesiyle aramdaki tek bağ ağabeyim Ali Sirmen’di… 30 yıllık meslek hayatımda gördüğüm en namuslu, dürüst, kaliteli gazeteciydi, kıskandığım tek insandı! Çok üzgünüm… Türk basınının başı sağolsun!”
Nadir Nadi’nin son yazarı Ali Sirmen, Türk basınının hayattaki en iyi fıkra, köşe yazarıydı. Ali Ağabey’in evi benim için her fırsatta bir kaçış noktasıydı. Zor zamanlarda sığınılan bir limandı. İki buçuk yıl önce Cumhuriyet’ten istifa ettikten sonra elimde bir şişe şarapla, balkonunda hiç konuşmadan sessizce oturduğum, fırtınalı bir havadan kaçıp sığındığım bir liman! Şairin dediği gibi sığındığımız o limandan demir almak günü gelmiş!.. Hem Cihangir’den hem de sessizce ve derinden ilerleyen zamandan!