LAURÉNE DAYCARD
Gazeteci, “Nos Absentes. Àl’origine des féminicides
Àl’origine des féminicides” (Points, Paris, 2024) kitabının yazarı.
Çeviri: BEYZA TOPÇU
“Tutkunun yanlış anlaşılması…” (Rock & Folk). “Birbirlerine deli gibi aşıklardı…” (Paris Match). Oyuncu Marie Trintignant’ın şarkıcı Bertrand Cantat tarafından öldürülmesiyle ilgili haberlere 20 yıl sonra bakınca, medyanın kadına şiddet konusunu ele alış şeklinin nasıl değiştiğine dair bir fikir ediniyorsunuz. Oyuncu Marie Trintignant, bir yıldır evli olduğu müzisyen Bertrand Cantat tarafından öldüresiye dövüldükten sonra, 2003’ün Ağustos ayında beyin ödemi nedeniyle yaşamını yitirmişti. O dönem çoğu gazeteci, suçlunun uyguladığı şiddetin arka planını görmezden gelmiş, yaşamını yitiren kadının aşk hayatıysa işlenen suça makul bir gerekçe sunabilirmiş gibi didik didik edilmişti. Bir jenerasyon sonra, 2023 yazında, bu olay için büyük bir anma töreni düzenlendi. Hatta medya günah çıkardı: France 2 kanalı, 31 Temmuz 2023 tarihli haberinde “O dönem yaşanan trajediyi haklı çıkarmak istercesine kıskançlık ve tutku suçu ifadeleri kullanıldı” itirafında bulundu. Ouest France’da ise şu ifade yer alıyordu: “Adı konmamış bir feminisid.”
“Feminisid” (1) kelimesi, medyada kullanılmaya başlamadan önce zaman ve mekanda uzun bir yolculuk yaptı, dolambaçlı yolları aştı. Tarihçi Lydie Bodiou ve meslektaşı Frédéric Chauvaud, “feminisid” kelimesinin izine ilk kez 17’nci yüzyılda, oyun yazarı Paul Scarron’un “Les Trois Dorothées ou Le Jodelet souffleté” adlı oyununda rastladı. Eserdeki bir karakter, eşini vahşice öldürmeye hazır bir adamı tarif etmek için “Gözleriniz feminiside hazır olduğunuzu ele veriyor” ifadelerini kullanıyor. (2) Poitiers Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, “Seyircinin kimin kastedildiğini anlaması için bu kelimenin kullanılması gerekiyordu” diyor. 20’nci yüzyılın başında bu kelimeyi bu kez Hubertine Auclert kullandı. Kadınların oy hakkı mücadelesinin öncü isimlerinden biri olan Auclert, Alexandre Dumas Fils’in bir hakaret olarak kullandığı “feminist” kelimesini sahiplenmişti. Daha az bilinen şey ise Auclert’in “feminisid” kelimesine bugünkü anlamını kazandırmış olması. (3) Gazeteci, 1902’nin Kasım ayında Le Radical gazetesinde yayınlanan yazısında boşanma hakkını şu sözlerle savunmuştu: “Bu feminisid yasa yürürlükten kaldırıldığında, yani kadınlar ve erkekler evlilik müessesinde eşit ve özgür olduğunda, eşlerden yalnızca birinin boşanmayı talep etmesi kadınlar için artık korkutucu olmaktan çıkacak.”
40 ülkeden iki bin aktivisti bir araya getiren mahkeme
“Feminisid” kelimesi bir süre ortadan kaybolduktan sonra, Kadınlara Karşı İşlenen Suçlar Uluslararası Mahkemesi vesilesiyle kurumsal feminist hareketin çevresi dışında yeniden gündeme geldi. Feminist hareketin oy hakkına odaklanan ilk dalgasından daha çok, cinselliğe ve aile içi şiddete odaklanan “ikinci dalgası”nın simgesi olan bu mahkeme, zaman içinde unutulmaya yüz tuttu. Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika, Mozambik ve Yemen başta olmak üzere yaklaşık 40 ülkeden iki bin kadar aktivistin bir araya geldiği mahkeme, 4-8 Mart 1976 tarihleri arasında Brüksel’de düzenlendi. Brüksel’deki Kadın Üniversitesi’nde yapılan serginin küratörü olan Milène Le Goff, mahkemeyi “Orada söz konusu olan şey hukuki kararlar verme yetkisine sahip resmi bir yapı değildi, filozof Bertrand Russell ve Jean-Paul Sartre’ın Vietnam Savaşı konusunda düzenlediği mahkemeye benzeyen bir fikir mahkemesiydi” sözleriyle anlatıyor.
Brüksel’deki bu mahkemede kadınlara yönelik cinsel suçlar, kamu hizmetlerinde cinsiyet ayrımcılığı, hem kadın hem de göçmen olmanın yarattığı çifte baskı ve sonraki yıllarda feminist gündemi şekillendiren pek çok sorundan bahsedilmişti. Simone de Beauvoir mahkemeyi “kadınların sömürülmekten kökten bir şekilde kurtulmasının başlangıcı” olarak değerlendirmiş, bir mektubunda kadınları şöyle cesaretlendirmişti: “Birbirinizle konuşun, dünyayla konuşun, insanlığın yarısının saklamaya çalıştığı utanç verici gerçekleri gün yüzüne çıkarın.”
Anlatıların birikmesi, 1980’lerde İngiliz sosyolog Liz Kelly’nin ortaya attığı bir kavram olan şiddetin sürekliliğinin bir kanıtı olsa gerek. (4) Feminisid de bu sürecin zirvesi. (5) Anglasakson araştırmacı Diana E. H. Russell (1938-2020) mahkemenin son gününde aile içi cinayetlerin nasıl tanımlanacağına dair bir rapor sundu. Bu ufuk açıcı konuşmadan geriye arşivlerde neredeyse hiç iz kalmadı.
Kadınların erken ölümüne yol açan tüm toplumsal nedenler
1992’de yayınlanan “Nommer le féminicide – Kadın cinayetlerini adlandırmak” (6) adlı antoloji, feminisid kavramına ilk kez teorik bir çerçeve getiriyordu. İngiliz suç bilimci Jill Radford ile bu öncü kitabın editörlüğünü yapan Diana Russell, giriş kısmında kavramı “bir kadının kadın olduğu için öldürülmesi” olarak tanımladı. Jane Caputi ile kaleme aldıkları “Kadınları hedef alan cinsiyetçi terörizm” başlıklı bölümde “femisid” ile neyin kastedildiğine dair detaylı bir tanıma yer verildi: “Tecavüz, işkence, cinsel kölelik, (…) heteroseksüelliğe zorlanma, zorla kısırlaştırılma, (doğum kontrol ilaçlarını ve kürtajı suç sayarak) anne olmaya zorlama, psikocerrahi, bazı kültürlerde kadınların yetersiz beslenmesi gibi çok çeşitli cinsel ve fiziksel şiddeti içeren kadına karşı terörün en tepesinde femisid vardır…” Bu tanımlama, “femisid” kavramının evlilik ilişkisiyle sınırlı olmadığını, aksine kadınların erken ölümüne yol açan tüm toplumsal nedenleri kapsadığını ortaya koymaktadır. (7)
Bu kitap, özellikle Orta Amerika’da büyük yankı yarattı. 1990’ların başında, Meksika’nın Teksas sınırındaki Ciudad Juárez şehri, kadınlara yönelik kitlesel şiddet olaylarının yaşandığı bir yer haline gelmişti. Kurbanların çoğu, Amerikan pazarı için düşük maliyetli ürünler üreten ve “maquiladora” denen taşeron fabrikalarda çalışan işçilerdi. Kentte çeşitli şehir efsaneleri yayılmıştı. Organ kaçakçılarının, kartellerin veya satanistlerin bu cinayetleri işlediği söylentileri dolaşıyordu. Gazeteci Sergio González Rodriguez, “Çöldeki Kemikler” (L’Ogre, 2002) adlı eserinde şu ifadelere yer verir: “Birçok kadın, en son otobüs bekledikleri duraklarda görülmüştü. Ayakkabılarının ve bedenlerinin duruşu, kadınları harcanabilir varlıklar ya da fetişler olarak görülmelerine neden olacak her türlü fanteziye açık hale getiriyordu.”
‘Öldürülen sadece kadının biyolojik bedeni değildir’
“Nuestras hijas de regreso a casa – Kızlarımızı eve getiriyoruz” gibi dernekler, 1993’ten beri bu ölümlerin kaydını tutuyor. Juárez Üniversitesi’nden sosyolog Julia Estela Monárrez Fragoso, “Eskiden Meksika’da feminisidlerden hiç bahsedilmezdi” diye hatırlıyor o günleri. Fragoso kendi araştırmasını başlatmak için kütüphanesindeki Jane Caputi’nin The Age of Sex Crime (Bowling Green University Popular Press, 1987) gibi bazı feminist eserleri tarayarak işe koyulmuş. Araştırmacı bu konuyu daha detaylı incelemek için 1998 yılında bir ekip kurmuş. Bize geçen yılın ağustos ayında verdiği demeçte “1993’ten bu yana veri tabanına 2 bin 526 vaka girildi” demişti.
Bu analiz bir tipoloji geliştirmesini sağladı. Hem aile içi hem de evlilik içi bağlamlarını “sistematik kadın cinayeti”nden ayırmak için “mahrem kadın cinayet”nden söz etti. “Kurbanların çoğu 17 yaşın altında, koyu tenli ve gecekondu mahallelerinde yaşıyordu. Vücutlarında işkence ve tecavüz izleri vardı.” Öldürme eylemi başka bir insanın canını almakla ilgili değildir sadece; ölüye saygısızlık ve aşağılama, başka bir değişle “aşırı güç kullanarak öldürmek”le ilgilidir. Sosyolog bir makalesinde şu gözlemi yapıyor: “Öldürülen sadece kadının biyolojik bedeni değildir, bedeninin kültürel yapısını temsil eden şey de öldürülür.” (8) Garson, seks işçisi ve masaj salonu çalışanları gibi “damgalanmış meslekleri” yapan kadınların öldürülmesini örnek gösteren akademisyen, “Bu kadınlar ‘kadınsı ‘ normundan sapmış, kendilerine yasak alanları işgal eden ‘kötü’ kadınlar olarak görülüyor” ifadelerini kullanıyor.
Herhangi bir eylemde bulunmayan devletin sorumsuz tavrı
Aynı dönemde Kosta Rika’da da Montserrat Sagot ve Ana Carcedo adında iki üniversite profesörü veri tabanı oluşturmaya başladı. Bu fikir, 1992’deki “femisid” konulu antolojiyi okuduklarında akıllarına geldi. Sagot 2012’de yayınlanan bir röportajında “Yaratıcılığımızı kullanarak bir metodoloji oluşturduk, Kosta Rika’da böyle bir şey daha önce yapılmamıştı” diyor. (9) İki akademisyen 1990’larda Kosta Rika’da işlenen cinayetleri incelerken, mahrem ve mahrem olmayan vakalarla kurbanların “ateş hattında” oldukları için öldürüldüğü, yani (bir annenin kızını, kardeşini, arkadaşını, komşusunu…) korumaya çalışırken öldürüldüğü “bağlantılı” cinayetleri birbirinden ayırmak için alt kategoriler ve “senaryolar” kurdu.
Kosta Rikalı bu akademisyenler de Anglasakson dünyada yaygın olarak kullanılmaya devam eden “femisid” terimini muhafaza etti. Ama Hispanofon dünyasında bunun yerine “feminicido” kelimesi kullanılıyor ki bu da Fransız kamuoyunda tartışmalarda kullanılan “feminisid” kelimesinin ortaya çıkmasına neden oldu. “Feminicido” ifadesi, 1990’larda Meksikalı akademisyen ve siyasetçi Marcela Lagarde y de los Ríos sayesinde popülerleşti. Yine her şey Ciudad Juárez’de saha çalışması yaptığı sıralar keşfettiği Russell ve Radford antolojisini okumasıyla başladı. Bir röportajında “Bu kitabın bana çok yardımı oldu, bu sayede bunların, kadınların erkekler yüzünden tabi tutulduğu güç ilişkilerinin yapısına uygun şekilde gelişen cinsiyet temelli suçlar olduğunu anladım” diyor. Kavramın orijinal tanımını cezasızlık kavramıyla ve dolayısıyla herhangi bir eylemde bulunmayan devletin sorumsuz tavrıyla ilişkilendirecek şekilde genişletiyor.
Kadınların yüzde 35’inden fazlası partnerleri tarafından öldürülüyor
Birleşmiş Milletler (BM), “femisid” ile Latin Amerika’daki örneklerin ve teorilerin ağırlığını taşıyan sistematik toplumsal cinsiyet suçlarını çağrıştıran “feminisid” arasında bir tercih yapmıyor ve yayınlarında her iki terime de sıkça yer veriyor. BM, Diana Russell’ı davet ettiği 2012 Viyana sempozyumundan bu yana bu kavramı tanıyor. (10) Öte yandan “mahrem” ve “mahrem olmayan” ve aynı zamanda – kadının zina yaparak, evlilik dışı cinsel ilişki yaşayarak hamile kaldığı ve hatta tecavüze uğradığı durumlarla ilgili suçlandığı durumlarda işlenen – “namus” cinayetlerini (Hindistan’da yaygın görülen çeyizle ilgili cinayetler de bu kategoriye dahil) birbirinden ayırmak için bir sınıflandırma yaptı. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) aktardığı bir araştırmaya göre dünya genelinde öldürülen kadınların yüzde 35’inden fazlası partnerleri tarafından öldürülürken bu oran erkek cinayetlerinde sadece yüzde beş.
Feminisid ifadesi, Atlantik’in öbür yakasındaki köklerini koruyarak 2010’lı yılların başında Fransa’da yükseldi. Aile içi şiddetin medyada ele alınışı üstüne uzmanlaşmış bilgi ve iletişim bilimleri araştırmacısı Giuseppina Sapio, medyanın bu kelimeyi ilk olarak “yurt dışında, özellikle de Latin Amerika’daki ve Asya’daki olayları anlatmak için” kullandığını söylüyor. O dönem özellikle bir olay gündemdeydi: 2011 Temmuz’unda Arjantin’de iki Fransız kadın öğrencinin öldürülmesi. Yürüyüş yaparken kaçırılan Cassandre Bouvier ve Houria Moumni tecavüze uğradıktan sonra öldürülmüştü. Cassandre’nin babası Jean-Michel Bouvier, feminisidin bilinmesi için medya kampanyası yürüttü. Le Monde için kaleme aldığı bir yazıda şu ifadeleri kullandı: “Feminisid suçunu ülkemin ceza kanunun bir parçası haline getirmek, şu yaşlı günlerimin tek amacı.” (11)
Kayda değer bir başka olay daha: Osez le féminisme (OLF) derneğinin 2014 yılında yürüttüğü ceza kanununda “Feminisidi görelim!” kampanyası. Bu girişimin yarattığı yankı öyle büyük olmadı ama Fransa’daki tartışmalara bir örnek oldu. Ertesi yıl, yani 2015’te, “féminicide” kelimesi Le Robert sözlüğüne girdi. Fransız basınında da daha sık görülür oldu. Kelimenin medyada ortaya çıkışının izini süren feminist Nous Toutes kolektifi ile el ele veren Sapio “2017’de (bu kelimeden bahseden) yüz kadar makale varken bu sayı 2022’de 3 bin 200’e yükseldi” diyor.
Sosyal medya ve #MeToo hareketinin ortaya çıkışı
Sosyal medyanın da mücadeleyi güçlendirici bir rolü var. 2010’lu yıllarda hem cinsiyetçi hem de cinsel şiddete karşı mücadeleyi siyaset sahnesine taşıyan şey “hashtagler” oldu. Bunlar arasında en bilineni de ABD’de ortaya çıkan “#MeToo” hareketiydi. Latin Amerika’nın feminist hareketi de “Bir kişi bile azalmadan” anlamına gelen “#NiUnaMenos” etiketiyle Avrupa’da da yayıldı. Bu slogan, 2011 yılında Ciudad Juárez’de bir grup genç erkeğin rastgele gözüne kestirip öldürdüğü Meksikalı şair ve aktivist Susana Chávez’in dizelerinden ödünç alınmıştı. Bir diğer örneğe bakalım: Şili’de Las Tesis kolektifi feminist fikirleri yayma amacıyla koreografiler yapıyor. Sözleri de Brezilyalı – Arjantinli antropolog Rita Laura Segato’nun yazılarından esinlenilmiş. (12) Las Tesis üyelerinin gözleri bağlı halde, siyahlar içinde ayaklarını yere vurarak “El violador eres tu” sloganı attıkları viral video, dünyanın dört bir yanında yeniden çekildi. Fransa’da da 2019 yılında Paris Collages kolektifi ve Nous Toutes üyelerinin katılımıyla Place du Trocadéro’da “Le violeur c’est toi, l’assassin c’est toi – Tecavüzcü de sensin, katil de sen” sahnelendi. Fransa’da feminisid konusunda çığır açan bu iki harekete paralel olarak anonim aktivistler 2016 yılından beri “Féminicides par compagnons ou ex” adlı Facebook sayfasında cinayetlerin sayısını tutuyor. Ortalama her iki buçuk günde bir yeni bir cinayet duyurusu geliyor.
Kelime toplumsal tartışmanın da bir parçası haline geldi ancak hâlâ resmi istatistiklerde ve ceza hukukunda tanımlanmadı, sadece mahrem ve evlilikle sınırlı kaldı. Hükümetin konuyla bağlantısı, 2006 yılından beri her yıl yayınlanan ve evlilikle bağlantılı olarak öldürülen en az 2 bin 346 kadının (yılda ortalama 146) sayıldığı “evlilikte şiddete bağlı ölümlere” dair bakanlık raporuna dayanıyor. Suç kategorisindeki cinsiyet dengesizliği çok çarpıcı: Mağdurların neredeyse yüzde 85’i kadın, faillerin ise yüzde 85’i erkek. Hükümet, eski vatandaşlıktan sorumlu Devlet Bakanı Marlène Schiappa öncülüğünde, aile içi şiddet konusunda “Grenelle” (13) yaratmaya çalışıyor ve evlilik içi kadın cinayetlerinin sayısını azaltma sözü veriyor. Karakollara ve jandarmalara ağır şiddet riskini değerlendirmeleri için ölçek dağıtıldı. İlk şikâyet gelir gelmez ateşli silahların elden alınması – teoride – sistematik hale getirildi. (14) O dönemde iktidar partisinden milletvekili olan Fiona Lazaar, buna özel bir tanım getirme fırsatını incelemek üzere araştırma heyetine öncülük etse de “feminisid” teriminin kurumsal düzeyde daha güçlü bir şekilde kullanılması gerektiği sonucuna vardı. Bu, parlamentonun konuyu ikinci kez ele alışıydı. Daha önce Vienne’den Sosyalist Parti Milletvekili ve Kadın Hakları Delegesi Başkanı Catherine Coutelle’in himayesinde 2016 yılında öncül ve daha gizli bir çalışma yürütülmüştü. Siyasi parti fark etmeksizin varılan sonuç aynıydı: Fransız meclisi belli bir suç tanımından ziyade “ağırlaştırıcı sebepleri” öncelediği için feminisid terimini ceza kanununa dahil etmek uygun değildi.
Hâkimler, uzaklaştırma kararı başvurularının yüzde 40’ını reddediyor
Ceza Kanunu’nda 1994 yılında yapılan değişiklikten bu yana eşini ya da birlikte yaşadığı kişiyi öldüren kişi ömür boyu hapis cezasına çarptırılıyor. Cezanın kapsamı 2006 yılında eski partnerleri de içine alacak şekilde genişletildi. Daha sonra 27 Ocak 2017 tarihli yasa ile mağdura gerçek ya da varsayılan cinsiyeti, cinsel yönelimi ya da cinsiyet kimliği nedeniyle zarar veren kişiler için mağdurun “cinsiyetine” bağlı ağırlaştırıcı durum oluşturuldu, böylelikle buna mahrem olmayan kadın cinayetleri de dahil edilebildi.
Son yıllarda yasalarla desteklenen tedbirler, şiddet suçlularını cezalandırmakla kalmıyor, şiddetin önlenmesine, özellikle de ölümle sonuçlanan şiddetin engellenmesine dayanıyor. Yasaların amacı da ayrılma sürecini kolaylaştırmak ve emniyete almak. Tehlike altındaki kişilerin polisi müdahaleye çağırdığı “ciddi tehlike telefonu”, elektronik kelepçe gibi yöntemler ve mağduru, eşi ya da eski eşi yargılanmadan ya da cezalandırılmadan önceki süreçte korumayı sağlayan 2010’da çıkarılmış uzaklaştırma kararı bunun örnekleri.
2010 ile 2021 yılları arasında incelenen davaların sayısı 10 kat artsa bile Fransa’da uzaklaştırma kararına başvurma oranları diğer ülkelere kıyasla epey düşük kalıyor. Örneğin Fransa’da yılda yaklaşık altı bin uzaklaştırma kararı çıkarılırken, İspanya’da bu sayı 40 bin, Birleşik Krallık’ta ise 25 bin. (15) Bunun nedeni, Fransa’da kararları verme görevini üstlenen aile hukuku modelinin ağır basması. Konuyla ilgili araştırma yapan sosyolog Solenne Jouanneau’ya göre, şiddet kullanan babaların ebeveynlik haklarının kısıtlanacağı ve ortak ebeveynlik anlayışına zeval geleceği endişesi, hâkimlerin zaten nadir olan bu başvuruların neredeyse yüzde 40’ını reddetmesine neden oluyor.
“Evlilikte şiddet sonucu ölümler” raporu dışında, kadın cinayetlerinin, özellikle de “aile bağlamı dışında” kaldığı söylenen cinayetlerin (2022’de 121 olay, kadın cinayetlerinin yüzde 44’üne tekabül ediyor) (16) detaylarıyla ilgili ne bir istatistik ne de polis bildirimi var. Bu eksikliği gidermek için “Inter Orga des féminicides” adlı bir grup, Ocak 2023’ten beri seks işçilerinin haklarını savunan Parapluie Rouge, trans bireyleri savunan Acceptess-T ve engellilerle ilgili Les Dévalideuses gibi gruplardan gelen bildirimleri ve basın takibini baz alarak küresel sayım yapıyor. Burada amaç intihara sürükleme (bazen kadın cinayeti teşebbüsü olarak değerlendirilse de genelde sadece “darp” olarak tanımlanıyor) gibi durumları tespit edebilmek. 2023 yılında 134 vaka kayda geçirildi: Gerçeğin altında kalan bir sayı. Yeni sayımda bir süreliğine görev alan semiyolog Giuseppine Sapio, “Bu hikayelerin çoğu belirsizliğini koruyor” diyor.
(1) Bir kadını sadece cinsiyetinden dolayı öldürmek. (ç.n)
(2) Orijinali “Lа vos yeux travaillant а faire femmicide.” (ç.n)
(3) Margot Ciacinti, “Nous sommes le cri de celles qui nen ont plus: historiciser et penser le féminicide dans Marie Mathieu, Vanina Mozziconacci, Lucile Ruault, Armelle Weil” (dir., Partir de soi: expériences et théorisation), Nouvelles questions féministes, Antipodes, Lozan, cilt:39, sayı:1, 2020.
(4) Liz Kelly, “Le continuum de la violence sexuelle” (1987), Les cahiers du genre’de Marion Tillous’nun çevirisiyle çıkmıştır, sayı: 66, 2019.
(5) Christelle Taraud, “Féminicides. Une histoire mondiale”, La Découverte, Paris, 2022.
(6) Rennes Üniversitesi Yayınları tarafından Fransızca çevirisi yapılan bu eser ilk olarak Open University Press tarafından Femicide: The politics of woman killing adıyla yayımlanmıştır.
(7) Myriam Hernández Orellana, “Le lissage de la formule fémicide par le discours institutionnel. Le cas de la loi sur fémicide au Chili”, Lydie Bodiou, Frédéric Chauvaud, Ludovic Gaussot, Marie-José Grihom ve Laurie Laufer editörlüğündeki On tue une femme. Le Féminicide. Histoire et actualités’de, Hermann, Paris, 2019.
(8) “Feminicidio sexual sistémico: impunidad histórica constante en Ciudad Juárez, víctimas y perpetradores”, Estado & comunes, revista de políticas y problemas públicos, LIEU, cilt.1, sayı: 8, 2019.
(9) Julie Devineau, “Autour du concept de fémicide/féminicide : entretiens avec Marcela Lagarde et Montserrat Sagot”, Problèmes d’Amérique latine, LIEU, sayı: 84, 2012.
(10) “Vienna Declaration on Femicide”, Diana Russell’ın internet sitesi dianarussell.com’daki blog yazısı.
(11) “Reconnaître le crime de féminicide. Lassassin de ma fille limpose, par Jean-Michel Bouvier”, Le Monde, 5 Ekim 2011.
(12) Rita Laura Segato, “La guerre aux femmes”, Payot, Paris, 2022
(13) Grenelle, Fransa’da toplumsal sorunları ele almak amacıyla düzenlenen geniş çaplı toplantıları ifade eden bir terim. 1968’de işçilerle hükümet arasında yapılan anlaşmaya da “Grenelle Anlaşmaları” deniyor. Bu anlaşma zamanla toplumsal diyalogun sembolü haline geldi.
(14) “Fransa’da aile içi kadın cinayeti kurbanlarının üçte biri ateşli silahlarla öldürülmüştür.” Uluslararası Af Örgütü raporu, Aralık 2003.
(15) Solenne Jouanneau, “Les femmes et les enfants dabord? Enquête sur lordonnance de protection”, CNRS ditions, Paris, 2024.
(16) “Insécurité et délinquance en 2022. Bilan statistique”, inistère de intérieur, 28 Eylül 2023
YASALAR YETERLİ Mİ?
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü nedeniyle 25 Kasım 2023’te bir araya gelen on binlerce kişi, Paris’teki Ulus (Nation) Meydanı’ndan Cumhuriyet (République) Meydanı’na kadar yürüdü. Organizasyonu düzenleyen gruplardan #NousToutes, gösteri çağrısında kadın cinayeti teriminin ceza kanununa dahil edilmesini talep ediyordu. Koordinasyonun ulusal koordinasyon ekibinden Maëlle Noir, “Kadın cinayeti teriminin ceza kanuna girmesi son derece önemli bir sembolik adım olacaktır” dedi. Kadın cinayetleri medya ve siyasette hiç olmadığı kadar yer bulurken bu terimin kanunda yer alması için aktif olarak çalışan oluşumların sayısı hâlâ azınlıkta.
UN Women France, 2019 yılında sosyal medyada #LeFeminicideDansLaLoi (Kadın cinayeti yasada) kampanyasını başlattı. 2014’te “Reconnaissons le féminicide – Kadın cinayetini tanıyın” başlıklı bir dilekçe hazırlayan Osez le féminisme (OLF) de hâlâ aynı yönde çalışıyor. Ancak aile içi şiddetle mücadele eden ve son 30 yıldır yasal mevzuatı güçlendirmek için çalışan büyük oluşumların çoğu, kadın cinayeti teriminin yasada tanımlanması konusunda henüz harekete geçmiş değil. Seine Saint-Denis’deki Kadına Yönelik Şiddet Gözlemevi’nin başkanı Ernestine Ronai, 2023 yılında yaptığımız bir telefon görüşmesinde konuyla ilgili “Net bir pozisyonum yok” demiş ve “Bugün benim için en önemli konu, ebeveynlerden biri diğerini öldürdüğünde velayet hakkının nasıl kullanılacağı sorundur” ifadelerini kullanmıştı. Ulusal Kadın ve Aile Hakları Bilgi Merkezleri Federasyonu Genel Müdürü Clémence Pajot da aynı dönemde yaptığımız bir konuşmada, “Öncelikle, özellikle polis ve adliye personelinin eğitimi yoluyla farkındalık yaratmak gerekiyor” demişti. Kadın cinayeti teriminin yasada tamınlanmasının “sembolik olarak çok güçlü” olacağını kabul eden Pajot, bu durumun getireceği anayasal sorunlara işaret etmişti.
Nanterre Üniversitesi’nde ceza hukuku profesörü olan Audrey Darsonville, “Kadın ve erkek arasındaki eşitliğin bozulması ne olacak?” sorusunu gündeme getirerek, tüm vatandaşlar için kanun önünde eşitlik ilkesinin anayasanın temelini oluşturduğunu vurguluyor. Ayrı bir “kadın cinayeti suçu” yaratılması fikrine “ihtiyatlı” yaklaşan Darsonville, çiftler arasındaki şiddet olaylarına dikkat çekiyor: “Sayısal olarak az olsa da erkekler de öldürülüyor.” (Editörün notu: 2022’de 4’ü eşcinsel, 27 erkek öldürüldü.)
Bir diğer engel de uygulama: Bu yeni suç sebebinin kanıtlanması resmi taraflar için oldukça güç olabilir… Poitiers Temyiz Mahkemesi Birinci Başkanı Gwenola Joly-Coz, “Son derece karmaşık delil değerlendirmeleri gerekecektir. Savunma tarafı da bunu kesinlikle kullanacaktır” diyor. Joly-Coz, Fransa’daki bir duruşma salonunda “kadın cinayeti” terimini kullanan ilk isimlerden biri olmuştu. Ancak o zamanlar mesele, yeni yasalar çıkarılmasını istemek ve pek çok hukukçunun “yasa enflasyonu” olarak nitelendirdiği durumu körüklemek yerine, mevcut yasaların uygulanmasını sağlamaktı. Ağırlaştırıcı sebepler sistemine atıfta bulunan Joly-Coz, şöyle devam ediyor: “Eşini öldüren bir adama ömür boyu hapis cezası vermek için ihtiyacım olan tüm araçlara sahibim. Bir cinayetin kadın cinayetleri devamlılığının ve erkeklerin kadınlar üzerindeki sistematik tahakkümünün bir sonucu olduğunu ispatlama zorunluluğu adli süreçleri daha karmaşık bir hale getirecektir.” Bir cinayetin, kadın cinayeti olduğunu kanıtlamanın zorlaşması, bu cinayetlerin eksik değerlendirilmesine ve sanığın daha az ceza almasına neden olabilir. Audrey Darsonville, “kadın cinayeti terimini yasaya eklemenin cezai olmaktan çok sembolik bir anlam taşıdığını, uygulanan cezalar bakımından hiçbir şey değiştirmeyeceğini, yasal olarak tanımlanmamış olsa da toplumda ve hukuk sisteminde büyük ölçüde etkili olduğunu” belirtiyor.
Adım atan ülkeler ve Belçika modeli
Kadına yönelik şiddetle mücadelede sıklıkla örnek gösterilen İspanya’da kadın cinayetleri hiçbir zaman ayrı bir suç olarak tanımlanmadı. Cinsel şiddete ilişkin 2004 yılında kabul edilen kapsamlı yasada da kadın cinayeti şeklinde ayrı bir suç tanımı yer almadı. Ancak, aile içi şiddet olaylarına bakan özel mahkemeler kuruldu ve bir kamu kurumu 2022 yılından bu yana işlenen bütün kadın cinayetlerini kayıt altına alıyor. İspanya’nın bu alandaki etkinliği, mevzuatların uygulanması için önemli miktarda kaynak sağlanmasına dayanıyor. (1)
Bazı ülkeler bu konuda adım atmayı başardı. Kosta Rika ve Meksika, 2007 yılında kadın cinayeti terimini yasalarına sokan ilk ülkeler oldu. O zamandan bu yana çoğu Latin Amerika’da olmak üzere yirmi kadar başka ülke de aynı yolu izledi. (2) Avrupa’da ise 2021’de GKRY, 2024’te de Hırvatistan bu suçları cezalandırmak için ayrı yasalar çakardı. Malta ise 2022 yılında ceza muhakemeleri usulü kanununa “kadın cinayeti kastını” ekledi.
Ancak Fransa’da en çok ilgiyi çeken, Audrey Darsonville’in “Hukuk sistemi Fransa’ya oldukça benziyor” dediği Belçika’nın 2023 yazında kabul ettiği “Kadın Cinayetlerini Durdurma” yasası oldu. 13 Temmuz 2023 tarihli “kadın cinayetleri, toplumsal cinsiyete dayalı cinayet ve şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin” yasa, kadın cinayetlerine yönelik ağırlaştırıcı nedenler getiriyor. (3) Yasada kadın cinayeti şöyle tanımlanıyor: “Bir kadının cinsiyeti nedeniyle kasten öldürülmesi ya da partner, aile üyesi veya bir üçüncü şahıs tarafından uygulanan zarar verici eylemler sonucu yaşamını yitirmesi.”
Yasa kadın cinayetlerini kategorilere de ayırıyor: Yakın ilişki bağlamındaki kadın cinayeti, “failin mağdur üzerinde eşitsiz güç ilişkisi veya güç istismarına dayalı bir şiddet sürekliliği bağlamında” ya da “insan ticareti veya kaçakçılık bağlamında” yakın ilişki dışında işlenen kadın cinayeti gibi. Üçüncü bir durum ise kadın cinayetinin dolaylı veya kasıtsız olarak işlenmesi ki bu durum intihara sürükleme vakalarını da kapsıyor. Eski kadın ve erkek eşitliğinden sorumlu Bakan Isabelle Rome, şubat ayında yayınlanan kitabında Belçika modelinin örnek alınması çağrısında bulunuyor. (4) Bu çağrı, zamanın değiştiğinin bir göstergesi çünkü eski yargıç Isabelle Rome, cinsiyetçi şiddetle mücadele eden uzmanlar ve aktivistler tarafından dikkatle takip edilen bir isim. Hukuk profesörü Audrey Darsonville ise bir sonuca varmadan önce Belçika’daki uygulamaların sonuçlarını görmek gerektiğini söylüyor.
(1) “Les politiques publiques de lutte contre les violences conjugales en Espagne : regards croisés avec la France”, rapport de 2020 du Centre Hubertine-Auclert, www.centre-hubertine-auclert.fr
(2) Alicia Deus ve Diana Gonzalez, “Analysis of femicide/ feminicide legislation in Latin America and the Carribean and a proposal for a model law”, Mesecvi – UN Women, 2018, https://lac.unwomen.org
(3) “https://etaamb.openjustice.be” adresinden ulaşılabilir.
(4) Isabelle Rome, “La Fin de l’impunité. Pour une révolution judiciaire en matière de violences faites aux femmes”, Stock, Paris, 2024.