KISHORE MAHBUBANI
Eski Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Başkanı,
Singapur’un eski Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi
ve “Has China Won? – Çin Kazandı mı?” (Public Affairs, 2020) adlı kitabın yazarı.
Çin’in, İran ve Suudi Arabistan’ı 2016’dan beri askıda olan diplomatik ilişkilerini normalleştirmeye yönelik bir anlaşma imzalamaya ikna etmeyi başardığını 10 Mart 2023 günü öğrenen birçok Batılı lider muhtemelen şaşkınlık yaşamıştır. Pekin’in başarılarını övme konusunda genelde isteksiz olan ana akım medya bile bunun tarihi bir olay olduğunu kabul etti. New York Times, varılan anlaşmanın “Orta Doğu diplomasisini altüst ettiğini ve ABD’ye meydan okuma anlamına geldiğini” belirtti. (1) Washington Post ise “ABD’nin bölgede on yıllardır süren başarısızlıklarının ardından Çin’in Orta Doğu’da baskın güç haline gelmeye başladığı” değerlendirmesini yaptı. (2)
El Fetih ve Hamas’ın da aralarında olduğu dört Filistinli grubu 21 – 23 Temmuz tarihleri arasıda Pekin’de bir araya getiren ve halen devam eden çatışmanın ardından Gazze’de “ulusal uzlaşı hükümeti” kurulması yönünde bir anlaşma imzalamaya ikna eden Çin, önemli bir diplomatik hamle daha yaptı. Söz konusu gruplar arasındaki derin bölünmeler göz önüne alındığında büyük bir başarı sağlanmıştı. Gelişmeyi memnuniyetle karşılayan Arap Birliği, “Çinli liderlerin çabalarını, girişimlerini ve Filistin halklarının haklarını, birliğini ve İsrail işgalini sona erdirerek bağımsız bir Filistin devleti kurmak için verdikleri meşru mücadeleyi destekleme konusundaki kararlılıklarını” takdir etti. (3)
Ukrayna’daki çatışma Avrupa’nın tüm jeopolitik özerkliğini yitirdiğini ortaya koydu
Yanlış yönlendirilen birçok Avrupalı lider, Pekin tarafından Rusya’nın Ukrayna işgaline verdiği iddia edilen “desteği” vakit kaybetmeden kınadı. Halbuki yapılan tüm ciddi analizler, Çinli liderlerin Rusya’nın askeri kararından hayal kırıklığına uğradığını ve bunu özel olarak belirtmekten çekinmediklerini gösteriyordu. Öncelikle savaşın yarattığı kaos ve istikrarsızlıktan memnun değillerdi. İkinci olarak da ABD ile gerilimler yaşayan Avrupa Birliği’nin stratejik olarak bağımsız olarak hareket edebileceğine inanmak istiyorlardı; ancak Ukrayna’daki çatışma Avrupa’nın tüm jeopolitik özerkliğini yitirdiğini ortaya koydu. Son olarak, 2021’de 140 milyar dolar seviyesinde olan Rusya ve Çin arasındaki ticaret, 2023’te 240 milyar dolara yükselse de aynı durum, aynı dönemde 13 milyar dolardan 65 milyar dolara yükselen Rusya ile Hindistan arasındaki ticaret için de geçerli. Pekin ve Moskova arasındaki ticaret ikiye katlanırken, Rusya ve Hindistan arasındaki ticaret beşe katlanmış. Rusya’nın, Güney ülkelerine ihracatı da önemli ölçüde arttı; Avrupa’da herkes, Hindistan’dan alınan petrolün aslında Rus petrolü olduğunu biliyor. Bu sahte tavır, diğer ülkelere gösterdiği hoşgörüyü Çin söz konusu olduğunda öfkeye dönüştüren Yaşlı Kıta’nın ikiyüzlülü olduğuna dünyanın geri kalanını da ikna etti. Avrupalı liderler, çok önemli bir gerçeği göz ardı ederek inanılmaz bir jeopolitik beceriksizlik sergiledi: Dünya nüfusunun yüzde 85’i Rusya’ya yaptırım uygulamadı. Çin’i bu noktada eleştirerek, dünyanın büyük çoğunluğunu kendilerine yabancılaştırdılar.
Çin şu anda, Güney ile çok daha uzun süredir ilişkileri olan Avrupa Birliği’nden daha fazla diplomatik ve ekonomik nüfuza sahip. Çin’in, Yeni İpek Yolları, Asya Altyapı Yatırım Bankası (AIIB) ve Yeni Kalkınma Bankası (NBD) gibi önemli girişimleri dünyanın bu bölgesinde heyecan yarattı. (4) Durum böyleyken, hiçbir önemli Avrupa liderinin kendisine şu soruyu sormaması hayret verici: Bu kadar geç yola çıkan Çin, nasıl oluyor da Avrupa’nın Güney ülkelerindeki etkisini gölgede bırakıyor ve çoğu zaman Avrupa’nın yerini alıyor?
Özel İçerik
Bu içerik sadece gazeteye abone olan okuyucular içindir.Yazının devamını okumak için gazetemize abone olmak ister misiniz?