ÖNAY ALPAGO
Millet, aynı topraklar üzerinde yaşayan, tarih, köken, dil, kültür, gelenek ve görenek ortaklığı olan insanların oluşturduğu toplumsal bir bütünlüktür. Egemenlik, “ige” sözcüğünden gelir; sahiplik, sahip olma demektir. İki sözcükten birleşen “milli egemenlik” ise milletin sahipliği, milletin egemenliğe sahipliliği anlamına gelir. Artık ulus, kendi iradesine dayalı kararlar alabilecektir; kendi tercih ettiği yönetim modeline karar verebilecektir.
Aziz Atatürk, milli egemenliği kişiliğinin, inancının, idealinin ve siyasi hedefini merkezi haline getirmiştir. O tarihte ülke işgal altında, halk yorgun, yoksul ve umutsuzdur. Öte yandan iç isyanlar sürmekte ve isyancılar Kuvvacıları arkadan hançerlemektedir. Ordu, savaştan yeni çıkmış ve Mondros Mütarekesi hükümlerince silahlarını işgal devletleri komutanlıklarına teslim ederek dağılmıştır. İşte o koşullarda ısrarla Ankara’da meclisin toplanması için çalışmaktadır Mustafa Kemal. Daha önce de Meclis-i Mebusan’ın güvenli olmadığı için İstanbul’da değil, Anadolu’da toplanmasını istemiştir. Ali Rıza Paşa hükümetinin Bahriye Nazırı Salih Paşa ile Anadolu’nun fiili hükümeti olan Heyet-i Temsiliye adına Amasya’da görüşerek kopmuş olan ilişkiyi siyasi protokole bağlayan Mustafa Kemal, meclislerini olağanüstü koşullar nedeniyle 1871’de Versailles’a taşıyan Fransızları, Weimar’da toplayan Almanları örnek göstermiştir. Bu örneklerden yola çıkarak, 1919 seçim sonuçları kesinleştikten sonra meclisin Anadolu’da toplanması tezini savunmuş, fakat taraftar bulamamıştır.
Mustafa Kemal Paşa bu meclise Erzurum milletvekili olarak seçilmiş, fakat İstanbul’a gitmemiştir. Ancak bu Osmanlı Meclisi’nde genel olarak Müdafaa-i Hukuk çizgisinde bir çoğunluk oluşturmuştur. Nitekim onların önderliğinde ve mütareke dönemi içinde doğan ve oybirliği ile kabul edilen Misak-ı Milli belgesi bu meclisin ürünüdür. Misak-ı Milli, Meclis-i Mebusan Meclisi’ni Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bağlayan en önemli ideolojik köprüdür. Sonunda Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’un güvenli olmadığı için meclisin orada toplanmaması tezinde haklı çıkmış, Meclis-i Mebusan, İngiliz işgal kuvvetleri tarafından basılmıştır. Milletvekillerinin bir kısmı Malta’ya sürgün edilmiş, bazıları kaçmayı başarmıştır. Bir süre sonra ise meclisin çalışmalarından rahatsızlık duyan Sultan Vahdettin, yayınladığı bir irade ile 11 Nisan 1920 tarihinde Meclis-i Mebusan’ı feshetmiştir.
İşte o günlerde Ankara’da meclis çalışmalarını hızlandıran Mustafa Kemal’e, Yunus Nadi Bey ve bazı arkadaşları, önce orduyu kurup savaşı sonlandırmanın gerektiğini, meclisin daha sonra açılabileceğini söylemişlerdir. Mustafa Kemal ise buna “hayır” demiştir. “Önce meclis, sonra ordu. Savaş, ölüm demektir. Savaş para demektir. Bunlara ben karar veremem. Buna milletin kendisi karar verecektir. Ben her kerameti meclisten bekleyenlerdenim. Orduyu yaratacak olan millet, millet adına da meclistir” demiştir. Ayrıca biliyordu ki sadece kazanmak için değil, bir ulus yaratmak ve yaşatmak için de askeri barikattan önce askeri mutabakat gereklidir. Bu da egemenliğin gerçek ve biricik sahibi olan bir meclisle mümkün olacaktır.
Atatürk’e göre milli egemenlik, bir ulusun kendi yazgısına bizzat egemen olmasıdır.
Amasya Bildirgesi, Erzurum ve Sivas kongrelerinde alınan kararları şu cümleyle özetlemiştir: “Kuvâ-yı Milliye’yi âmil ve irade-i milliyeyi hâkim kılmak esastır.” Yani, milli kuvvetleri gerçekleştirmek ve milli iradeyi egemen kılmak esastır. Ulu önder, milli mücadeleye milli egemenlik ve milli irade bayrağı ile başlamıştır. Ona göre artık milletin üstünde hiçbir sınıf, zümre, sülale veya kişiye ayrıcalık tanınamaz. Egemenliğin hem meşru kaynağı, hem de sahibi millettir. Atatürk, tek şahıs saltanatından milli hakimiyete geçişin taşlarını önce döşemiş ve sonra bu yolu tamamlamıştır. Diktatörlüğe özenenlerin değil, demokrasiyi isteyenlerin önderi olmuştur. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile bu ideal ve istek siyasi ve hukuki bir biçim kazanmıştır. O meclis, gazi meclistir, kurucu meclistir. Bir ihtilal meclisidir; toplumun her kesiminin ve düşüncesinin temsil edildiği demokratik bir meclistir.
Profesör Feyzioğlu’nun belirttiği gibi, “Bağımsızlık Savaşı, milli egemenlik ilkesinden güç alınarak, her konuda hesap soran, kıyasıya eleştiren, milletin haklarına titizlikle sahip çıkan bir mecliste kazanılmıştır. Büyük bir savaşın millet adına bir parlamento tarafından yönetilip yürütülmesi, dünya tarihi açısından da son derece önemlidir.” Aynı konuda İsmet İnönü de şunları söylemiştir: “Milli mücadelenin bir millet meclisi kurularak, onunla beraber yürütülmesi son derece güç, fakat harikulade isabetli bir karar olmuştur. Emsali de hemen hemen yok gibidir.”
Ölüm kalım savaşı haline gelen milli mücadele, hukuken yetki ve denetim gücüne sahip bu demokratik meclis eliyle yönetilmiştir. Her gün ortalama 24 milletvekilinin konuştuğu, her konuda hesap sorduğu, milletin haklarını sonuna kadar savunduğu bu meclisle kazanılmıştır.
Bir yandan ulusal kurtuluşu yönetip yönlendirirken, bir yandan da uluslararası kabul ve saygı görerek cepheleri kapatan siyasi antlaşmaları imzalamıştır. Aynı zamanda bu meclis, Türk Devrimi’nin yönünü ve kaynağını da belirlemiştir. Cumhuriyet de, demokrasi de bu zemin üzerinde doğmuş ve yaşama şansı bulmuştur.
Atatürk, “İdari usulümüz, kayıtsız şartsız hakimiyetine sahip olan halkın, kaderini bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır” ifadesiyle milli egemenlik tarifini yapmıştır.
“Kuralları ve sınırları koyan ulustur, kendi yazgısını belirleyen ulustur, demokratik toplumsal düzenin yönetim kaynağı ve gücü ulustur” sözleriyle inancını ve idealini ortaya koymuş ve 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını sağlamıştır.
Bugün, buruk bir duyguyla ilk milli bayram olarak da kutladığımız 105. yılda, Aziz Atatürk ve dava arkadaşlarını minnet ve saygıyla selamlıyorum.